31 Aralık 2008 Çarşamba

aşağılık sahtekarlar

İsrail bütün dünyayı salak yerine koyuyor. Siyonist işbirlikçisi Mısır ve El-Fetih yönetimi de öyle. HAMAS iki füze sallayıp ateşkesi bozmuş ya, İsrail Gazze'yi işte onun için yerle bir ediyormuş! Savunma hakkını kullanıyormuş İsrail! Türkiye basınındaki İsrail ajanları da bu yalanı yayıyorlar.

Gazze'de üç gün içinde 400 masum insanı katleden ve Gazze'nin bütün hayat damarlarını keserek soykırım yapmaya çalışan SiyonNazi ordusunun "nefsi müdafaa"dan başka derdinin olmadığına inanmak mümkün mü? Mümkün, ama bir şartla: Çok salak olmak lazım!

Böyle geniş kapsamlı ve 'sofistike' bir harekât iki-üç saat içinde organize edilemez. Belli ki İsrail bu harekâta uzun süredir hazırlanıyordu. Nitekim, harekât için hazırlık emrinin 18 Haziran'da verildiği ortaya çıktı. Yani 19 Haziran günü
HAMAS'la ateşkes anlaşması imzalayan İsrail'in asıl amacı, HAMAS'a nihai darbeyi indirmeye hazırlanmak için zaman kazanmaktı.

HAMAS o füzeleri sallamasaydı da İsrail Gazze'de katliam yapacaktı. Yapıyordu zaten. Ambargo ve abluka ateşkese rağmen devam etmedi mi? Bu çile bitsin diye ateşkese titizlikle uyan HAMAS'ın beklentisi boşa çıkmadı mı? Gazzeli çocuklar aşsız ve ilaçsız bırakılarak öldürülmedi mi?

Son altı ayı bırakalım, daha öncesine bakalım: Seçimden zaferle çıktığı anlaşılır anlaşılmaz "Biz İsrail'le görüşmeyiz ama Başkan Abbas ve Türkiye'nin görüşmesine itirazımız olmaz" diyen, El-Fetih'le iktidarı paylaşmaya çalışan, 1967 sınırlarına dönülmesi kaydıyla süresiz ateşkese hazır olduğunu ilan eden, hatta hükümete gelir gelmez adı konulmamış bir ateşkesi uygulamaya koyarak uluslararası topluluğa "barışçı bir çözüm istiyorsanız biz hazırız" mesajını veren HAMAS, bütün bu jestlerine rağmen Siyonistlerin ve uluslararası topluluğun boykotuna maruz kalmamış mıydı? HAMAS'ı saf dışı etmek isteyen İsrail ve ABD, ayrıca bölgedeki satılmış devletler, Abbas'ın "güvenlik sorumlusu" Dahlan ve köpekleri vasıtasıyla Gazze'yi kana bulamamışlar mıydı?

HAMAS bir yana� BM Güvenlik Konseyi kararlarına göre Filistinlilere ait olan Doğu Kudüs ve bütün Batı Şeria, 1967'den beri İsrail işgali altında; üstelik İsrail, 1980 yılında, uluslararası hukuku hiçe sayarak, Doğu Kudüs'ü ilhak ettiğini açıkladı ve "Bölünmez Kudüs bizim ebedi başkentimizdir" dedi. O zamanlar HAMAS yoktu. HAMAS daha 1987'de ortaya çıktı.

Ve 1987'den 1990'lı yılların sonlarına kadar İsrail'e sadece taş attı HAMAS. Bugün "HAMAS füzeleri olmasaydı İsrail Filistinlilere saldırmazdı" diyenler, "intihar komandoları" diye anılan istişhad komandolarının ortaya çıkışına kadar geçen 30 yıl boyunca Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki İsrail işgalinin sona erdirilmesi yönünde hiçbir adımın atılmamış olmasını nasıl izah ediyorlar acaba?

1993'te Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasında bir barış anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşmaya göre Gazze ve Batı Şeria'daki işgal sona erecek ve bağımsız Filistin devleti kurulacaktı. HAMAS'ın da zımnen kabul ettiği �veya sineye çektiği- bu anlaşmaya rağmen Batı Şeria'ya yeni Siyonist milisler yerleştirilmedi mi? Milislerin sayısı birkaç yıl içinde ikiye-üçe katlanmadı mı? 1999 yılına kadar işgali sona erdireceğine söz veren İsrail tam tersini yapıp işgali iyice muhkem hale getirmedi mi? 2000 yılında ABD'de Ehud Barak'la barış için bir araya gelen Filistin lideri Yasir Arafat, "BM Güvenlik Konseyi kararlarına uyun ve Doğu Kudüs'ü bize bırakın! Bütün Batı Şeria ve Gazze topraklarında bağımsız ve egemen bir devlet kurmamızı kabul edin!" dediğinde 'avucunuzu yalarsınız' cevabını almadı mı? Barak, 'Devletinizin ordusu ağır silahlara sahip olmayacak, hava ve deniz sahanızı biz kontrol edeceğiz, Batı Şeria kentleri arasında da kontrol noktalarımız bulunacak. Doğu Kudüs'e gelince: Size Doğu Kudüs'ün ancak bir dış mahallesini veririz. Son teklifimiz budur.' diyerek, barış ümitlerini söndürmedi mi?

HAMAS, Arafat-Barak görüşmeleri sırasında tek kurşun sıkmamıştı. Barışa bir şans tanımıştı. Karşılığında ne gördü? Kahpelik! İsrail hükümeti "barış görüşmeleri"nde Filistin halkıyla resmen dalga geçti ve bu yetmezmiş gibi Ariel Şaron da İsrail halkının kahir ekseriyetinin desteğiyle Mescid-i Aksa'ya baskın düzenleyerek 'Müslümanların mukaddesatı ayaklarımızın altındadır' mesajını verdi (ve İsrailliler bu mesaj karşılığında onu iktidara taşıdılar). Gerisi, Aksa İntifadası� HAMAS'ın önlenemeyen yükselişi�

Bugünlere nereden ve nasıl geldiğimizi unutmayalım! Gerçekleri İsrail hesabına çarpıtanların oyununa gelmeyelim! HAMAS, Filistin halkının İsrail vahşetine verdiği cevaptır. İşgal altındaki topraklarda yaşananların sebebi değil sonucudur. Filistin'de akan kanın faturasını HAMAS'a çıkarmaya çalışanlar adi, şerefsiz, aşağılık yalancılardır!


* * *

NOT: Vicdanlarının sesini dinleyip İsrail'le Dostluk Grubu'ndan ayrılan milletvekillerini �bilhassa ilk adımı atarak diğerlerine örnek olan Murat Mercan'ı- tebrik ediyorum. Katılmalarına üzülmüştük, ayrılmalarına sevindik.




Hakan Albayrak / Yeni Şafak
halbayrak@yahoo.com

20 Aralık 2008 Cumartesi

ulusalcı paronoya

Vatan Hassasiyetinin Paranoyak Hali!

Birilerinin kendilerini bu vatanın sahibi, diğerlerini de bu vatanı satma potansiyeli taşıyan zanlılar olarak görmesi yok mu insanı çıldırtan bir durum. Sahi siz kim oluyorsunuz? Şair “fahişeler birbirinden kuşkulanıyor” derken kendinde olanı diğerinde görmenin resmini çizmiş adeta var olsun! Nasıl bir zihin, nasıl bir vatanperverlik taşıyorsunuz ki vatan satılacak bir meta olarak zihninizde yer etmiş. Yargılardan ziyade anlama çabası daha doğru. Madem medenilere galebe ikna iledir anlamaya çalışalım! Gerek milli misak içerisinde, gerekse beynelmilel düzeyde fikren, zihnen, ilmen, değerler bakımından yetersizlik içerisinde olan bir zihin yapısının ürünüdür vatan satmak edebiyatı! Vatanı inancımızın yaşandığı her yer olarak anlayan ve kutsalları arasına alan bir anlayış kimde ne görürse görürsün bunu vatan satmak olarak tesmiye etmekten içtinap eder. Ülkemizde bu söylemi dillerine pelesenk edenler aslında vatana bir değer biçenlerdir. Herkese her şey yakıştırılabilir ama vatan satmak gibi bir ayıp yeni ve gerekli açılımlarda bile yapıştırılan bir yafta haline getirilmişse burada onun satılabilir bir şey olduğunu kabul eden bir anlayış var demektir.

Ya Sev Ya terk Et!

Sevmediğim şeyler var ama terk etmeyeceğim diyesi geliyor insanın. Bu vatandaş azletme ehliyetini nasıl kazandınız efendiler? Siz vatanın sadık bekçileri olma hakkını nerden alıyorsunuz ya da ötekiler bu kırk katır mı kırk satır mı tercihine mecbur ediliyor? Ülkücü zihniyetin başlangıçtan günümüzü şekillenmesinde “antici” bir refleks vardır. Antikomünist olarak tarih sahnesine çıkan bu anlayış düşmansız ve ötekisiz yaşayamaz. Mutlaka karşılarında kendileri gibi olmayan ama kendilerini gerekli kılan bir yapı olmak zorunda ki kendilerini ifade edebilsinler! Bu durum bir yetersizliğin sonucudur. Düşmansız, ötekisiz kendini ifade edemeyen bir anlayış başlangıçta bir kabile veya asabiye çemberine giriyor demektir. Kimse bir başkası üzerine vatanseverlik üstünlüğü kuramaz. Hikmetini anlayamadığımız, siyasi ve milli bakışımıza uygun bulmadığımız çıkışları bu tarz emir komutalarla mahkûm etme hakkına hiç kimse sahip değildir.12 Eylül dönemlerinde siyasi söylemlerini beğenmedikleri için “yeşil komünist” olarak adlandırdıkları kimseler bugün ülkeyi yöneten kimselerdir. Ne oldu şimdi yeşil bir komünizm mi hâkim oldu ülkeye?

Harici Mantığının Günümüzdeki Yansıması!

Hariciler bir sahabeyi şehit ederler, sonra bir Hıristiyan’ın domuzunu öldürdükleri için özür dilemek üzere mal sahibini ararlar. Saadet asrında yaşananlar bir tohumsa günümüzde oradaki şeylerin sümbülleşmiş haline şahidiz. Aynı mantık bugün varlığını değişik isimlerle devam ettirmektedir. Bir ilk mektep çocuğunun bile anlamakta zorlanacağı gerekçelerle binlerce gencin ölümüne neden olan siyasi anlayışlarınızla koalisyon kurmakta bir beis görmeyeceksiniz ama sizin siyasi çizginize uymayan başka yapıları vatan satma paranoyanıza mahkûm edeceksiniz olacak iş mi? Milliyetçi liderleriniz Doğu Türkistan Türklerini katleden ülkelerle görüşecek milli vicdan sızlamayacak Cumhurbaşkanı Ermenistan’a gitti diye milli vicdan sızlayacak öyle mi?

Ecevit’in siyasi argümanları sizi rahatsız etmeyecek, Abdullah Gül’ün açılımından rahatsız olacaksınız, sonrada bu vatanın bekçiliği rolünüzle ahkâm keseceksiniz! Ülke ocaklarda vatan millet edebiyatı yaptığınız gençlerden ibaret değil efendiler! Ermenistan ile görüşünce “asalayı”, tarihi unutmuş olmayız! Avrupa’ya yöneldiğimizde de dinimizden, milliyetimizden dönecek değiliz. Onların bir medeniyeti varsa benim de bir medeniyetim var, onların bir ekonomik gücü varsa benim de siyasal gücüm var. Osmanlı’nın beyin takımı Jön Türklerin yapamadığını Avrupa’da işçi Türkler yaptı şükür. Bir de “doğuyu batıyı bilen gelsin” dediği gibi şairin Doğu’yu Batı’yı bilenler girsin bakayım Avrupa’ya? Tarih derslerinde öğrenip hayıflanmadık mı yıllarca Viyana’dan döndük diye o kapı şimdi içerden açılırsa neden girmeyeyim de Misakı milli hudutlarında denenmemiş bir birikimle uyuyayım?

İstikbalde En Gür Seda İslam’ın Sedası Olacaktır!

Düveli muazzamanın harita üzerinde bu ülkeyi paylaştıklarında, atılan mermilerin bir patiskanın dahi mukavemetini bulmadığı, her şey bitti dendiği noktada söylenen” İstikbalde En Gür Seda İslam’ın Sedası Olacaktır!” bu söz artık tarihi seyrine başlamıştır! Biz çeşitli mülahazalarla çağı üstümüze kapatmazsak istikbal bizimdir. Ne sakat mantıktır ki yıllardır Avrupa’ya tanınan tolerans Araplardan esirgenmiştir. Araplar bizi arkadan vurdu edebiyatı ile düşman olarak öğretilirken önden vuran düşman olan Avrupa bir şekilde zeytin dallarıyla karşılanmıştır. Türkiye siyasi, sosyal, jeopolitik, askeri, tarihi gücü çerçevesinde dünyanın en aktif siyasi aktörü olmaya layık bir ülkedir. Devreye girmesi gereken bu gücü, vatan satma töhmeti ile harici mantığı ile engelleyenler en çok iddia ettikleri, TÜRKLERİN ŞİARI OLAN CİHAN HAKİMİYETİ MEFKURESİNE DE AYKIRI DAVRANMAKTADIRLAR!

http://www.cemaat.com/node/7507

memduh atalay

14 Aralık 2008 Pazar

itfaiyeci olmak

itfaiyeci olma,itfaiye seçimleri,nasıl itfaiyesi olunur,itfaiyecilik


İtfaiyeci olmak isteyenlere müjde
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı İtfaiye Daire Başkanlığı'na, sınavla 556 personel alınacak.

İBB kaynaklarından alınan bilgiye göre, İstanbul İtfaiye Daire Başkanlığı'nda, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamında istihdam edilmek üzere, toplam 556 adet personel alımı yapılacak.

Kamu Personeli Seçme Sınavı'na (KPSS) girerek 100 tam puan üzerinden en az 50 puan almış kadın ve erkek itfaiye eri adayları, başvurularının ardından kuruma girebilmek için dayanıklılık testi ve sözlü mülakattan oluşan bir sınava tabi tutulacak.

Sınav için, Türk vatandaşı olan ve kamu haklarından mahrum olmayan, askerliğini yapmış (erkekler için) 30 yaşını doldurmamış adayların başvuruları kabul edilecek.

Kapalı mekan, dar alan ve yükseklik korkusu olmaması özellikleri aranan adaylardan erkeklerin, en az 1.70 santimetre boyunda, kadınların en az 1.67 santimetre boyunda olması gerekiyor. Adayların boyunun 1 metreden fazla olan kısmı ile kilosu arasında 10 kilogramdan fazla fark olmaması şartı da aranıyor.

İstenilen şartlara uygun adayların, TC vatandaşlık numaralı nüfus cüzdanı fotokopisi, öğrenim durumunu gösterir belgenin fotokopisi, son 3 ay içinde çekilmiş 1 adet vesikalık fotoğraf ve başvuru sırasında aslı yanında olmak üzere KPSS sınav sonuç belgesinin fotokopisi ile yarından itibaren 17 Aralık 2008 günü saat 16.30'a kadar, Beşiktaş Yıldız Parkı içindeki İBB İtfaiye Daire Başkanlığı İtfaiye Grup Amirliğine şahsen müracaat etmesi gerekiyor.

9 Aralık 2008 Salı

CHPden kara don yasağı

CHP'den 'kara don' yasağı !
Tek parti dönemindeki kıyafet yasağının başkentle sınırlı olmadığı ortaya çıktı

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri'ndeki 'CHP Dosyası'ndaki yazışmalardan kıyafet yasağının boyutları net bir şekilde görülüyor.

Bunlardan en çarpıcı olanı Kahramanmaraş'la ilgili. Yıl 1936... Maraş'tan Biçuv İbrahim isimli bir vatandaş CHP Genel Merkezi'ne bir dilekçe gönderiyor. Yazıda, 'kara don' ve 'yazlık abanın' yasaklanmasından dolayı yörede bu kıyafeti dikenlerin işsiz kalacağı belirtiliyor ve yasaktan vazgeçilmesi talep ediliyor. CHP'nin cevabı ibretlik: "Köyde giyilmesinde sakınca yok. Sadece Maraş içinde yasak."

Başbakanlık'taki CHP Dosyası'nda kılık kıyafet düzenlemeleriyle ilgili pek çok yazışma mevcut. Kanunen yasak edilmeyen bazı yöresel kıyafetler bile dönemin CHP taşra teşkilatlarınca koordine edilmiş. İl yönetim kurullarında alınan yasak kararları CHP genel sekreterliğine rapor edilmiş. Trabzon İl Yönkurul Başkanlığı'ndan giden yazıda, 'İlbayla görüşülerek geçgin sınıfta pek az bir mevcudu kalan çarşafın tamamen kaldırılması etrafında özel, önemli ve evgin tedbirler alınacağı' ifade ediliyor. Maraş Uray Kurulu'nun kara don, yazlık aba ve şalvarla ilgili yasak kararını alkışlarla aldığı kaydediliyor. Sinop İlyönkurul Başkanlığı, aldıkları tedbirleri sıralarken, "Bilumum memur ve parti çalışanlarının yaklaşan Cumhuriyet Bayramı'na kadar manto diktirmelerinin istendiği, hal ve vakti yerinde olmayanlara da manto tedarik etmeleri için üç ay müsaade verildiği..." dile getiriliyor. Muğla İl Yönkurul Başkanlığı'na ait yazıda ise 'Uray, halkevi ve yersel kurumlarımızın bu işi kovalaması ve başarması kararlaştırılmıştır' deniliyor.

Belgeler arasında en ilgi çekici olanı Maraş'a ait. 24 Ocak 1936 tarihli Maraş İlyönkurul Başkanlığı'ndan genel sekreterliğe gönderilen yazıda şu ifadeler yer alıyor: "Maraş'ın Kılıç Ali Mahallesi'nden Biçuv İbrahim'in gönderdiği yazıyı okudum. Biçuv İbrahim, Maraş'ta Mayıs 1936 tarihinden itibaren kaldırılmasına Uray Kurulu'nun ittifakla karar verdiği 'kara don' ve yazlık abanın kaldırılmaması ve çünkü bu biçimsiz kıyafetin çulunu dokuyan birkaç tezgahın söneceği istek ve iddiasındadır. Beş on kişiyi geçmeyen bu tezgah sahipleri ilbaylığa, partiye ve uray'a başvurmuşlar ve Ankara'da bazı yüksek katlara da yazı göndermişlerdir. Bu yurttaşlara, men edilen kumaş değil kıyafet olduğunu, köylerde köylülerimizin dilediği kıyafette çalışabileceklerini, ancak Maraş içinde bu kıyafetle gezmenin Mayıs 1936'dan başlayarak yasak edildiğini ve tezgahlarının dokuyacakları kumaşı pek az bir ıslah ile biraz daha enli dokumak şartı ile setre pantolon biçiminde dikilmek üzere pekala sürdürebileceklerini uygun bir dil ile anlattık."

Türkiye İHH ile gönülleri fethetti

Haber Merkezi / TİMETURK

İHH İnsani Yardım Vakfı ekipleri de 110 ülke ve bölgede hayırseverlerin kurbanlıklarını vekâleten keserek fakir, fukara, kimsesiz ve yetimlere dağıttı.

Kurban Bayramı vesilesiyle İslam dünyasında kardeşlik, dayanışma ve paylaşmanın en güzel örnekleri yaşandı.

Hayırsever Türkiye halkı cömertliğini bir kez daha gösterdi. Hayırseverlerin bağışladıkları kurbanlıklar, yardım kuruluşları tarafından başta savaş, işgal, fakir ve doğal afet bölgeleri olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki ihtiyaç sahibi insanlara ulaştırıldı.

İHH İnsani Yardım Vakfı, hayırseverlerin bağışladıkları kurbanlıkları 110 ülke ve bölge ile ülkemizde 47 ilde ihtiyaç sahiplerine dağıttı. İHH ekipleri, bayramın ilk günüyle birlikte hayırseverlerden vekâletini aldıkları kurbanlıkları kesmeye başladı.

İHH, Balkanlar’dan Uzakdoğu’ya, Afrika’dan Latin Amerika ülkelerine, Ortadoğu’dan Asya ve Kafkasya’ya kadar farklı ülkelerde kurban dağıtımını gerçekleştirdi. Müslümanların azınlıkta oldukları Kamboçya, Filipinler, Vietnam, Zimbabve, Haiti ve Küba gibi ülkeler ile işgal altındaki Irak ve Filistin ile iç karışıklığın bir türlü bitmediği Somali’de de kurbanlar kesildi.



Vietnam’da Kurban vakti

İHH ekipleri Vietnam’da Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Ho Chi Minh City ve bu şehre 100 km uzaklıkta bulunan Dong Nai bölgesinde 30 büyük baş hayvan kesti. Kesilen Kurban etleri yüzlerce ihtiyaç sahibi aileye dağıtıldı.



Kenya’da Kurban sevinci

İHH İnsani yardım vakfı Kenya’da ise Garissa ve İsiolo şehirlerinde toplam 350 hisse kurban kesti. Garissa merkez ve köylerinde ile İsiolo merkez ve köylerinde toplam 28 noktada kurban kesimi yapıldı. Yetimhanelere para yardımına bulunuldu, çocuklara hediyeler verildi.



Afrika’da bayram namazı

Afrika ülkelerinde ise camilerin yetersizliği sebebiyle bayram namazı açık alanda kılındı. Caminin olmadığı Küba’da ise Müslümanlar bayram namazını İmam Yahya Pedro’nun evinde kıldı.

8 Aralık 2008 Pazartesi

gazzeye açık mektup

Sevgili Gazze,

Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.

Bugün Kurban Bayramı. Doyasıya et yiyeceğiz bugün. Envai çeşit tatlılar da yiyeceğiz. Bayramlaşmaya gittiğimiz evlerde öyle bir ikrama boğulacağız ki, "Yeter artık!" diye bağırmak gelecek içimizden. Akşama doğru davul gibi şişmiş olacak karnımız. Yiyip içmekten bitap düşeceğiz. Televizyonun karşısındaki rahat koltuklarımıza zor atacağız kendimizi. Üstüne bir de cayır cayır yanan kaloriferlerimizin yaydığı rehavet eklenecek. Ambargo yüzünden açlıktan ölmenin ve soğuktan donmanın eşiğine geldiğine dair televizyon haberlerini işte böyle bir vaziyette izleyeceğiz. İçimizin biraz takati kaldıysa içimiz cız edecek. "run aleykum!" (Utanç üzerinize olsun! / Utanın!) diyordu ya o Filistinli kız çocuğu; biraz ar ve hayâ kaldıysa bizde, utanacağız. Hepsi bu. Batı'nın vicdanlı çocukları ambargo ve ablukayı delmek için özgürlük gemilerine doluşup sana doğru yelken açarken, biz utancımızla başbaşa kalacağız.

Aslına bakarsan doğru dürüst utanmayı da beceremiyoruz. Formalite icabı utanıyoruz. Pişkin pişkin utanıyoruz. Bereketsiz bir utanç bizimkisi. Amerikalı Rachel'in duyduğu utanç onu senin yanına götürmüştü. Seninle beraber Siyonist işgalcilerin karşısına dikildi ve adeta bir mücahid gibi öldü Rachel. Biz ne yaptık? Onun soylu hikâyesini okuyup yine pişkin pişkin utandık.

Biliyorum, kendimizi Rachel gibi İsrail dozerlerinin önüne atmamızı filan beklemiyorsun bizden. Bilsen ki hükümetimiz seni ambargo ve ablukadan kurtarmak için uluslararası camiada canla başla çalışıyor, bilsen ki biz halk olarak ayaktayız ve İsrail'i yana yıkıla protesto ediyoruz, başka bir şey istemeyeceksin. Heyhat ki ne hükümetimizde bir hareket var ne bizde. Hepimiz küresel ekonomik krizle meşgulüz. Malum, maaşlarımız biraz eridi. Dolar cinsinden borçlarımız ve suya/elektriğe/doğalgaza gelen zamlar da cabası. Bir de bayram telaşı var işte. Senden yükselen feryatlara ve Ümmet-i Muhammed'in en saygın âlimlerinden yükselen dayanışma çağrılarına kulak tıkamamız için bütün deliller elde!

Ne diyeyim sevgili Gazze? run aleynâ. Utanmasam, "Biz seni o felaketten kurtaramıyoruz, sen bizi bu utançtan kurtar" diye yalvaracağım. Hani Refah sınır kapısını havaya uçurup Mısır'a dalmıştın ya... Yine öyle bir hamle yapacaksın diye bekliyorum çaresizlikten. Çaresizlik diyorum ama çare bulmak için üzerime düşeni yaptığımdan emin değilim. Doğrusunu istersen, üzerime düşeni yapmadığımdan eminim.

Zerre kadar kıymeti yok ama senden özür diliyorum sevgili Gazze. Zerre kadar kıymeti yok ama karşında un ufak olduğumu beyan ediyorum.

Rahman ve Rahim Allah'a ısmarladık. Mübarek Kurban Bayramı senin için, hepimizden önce ve hepimizden ziyade senin için rahmet vesilesi olur inşaallah.

YENİ ŞAFAK

Hakan Albayrak

6 Aralık 2008 Cumartesi

atatürkçü düşünce derneğinin takiyyesi

Adam ormanın içine gecekondu yapar, yıkmaya gelen belediye zabıtasıyla çatışır.
Bakar ki kurtuluş yok, hemen gecekondunun damına bir Atatürk büstü koyar.
Sonra da bağırır:
“Sizi gericiler, Atatürk düşmanları, yıkın hadi, yıkın da göreyim”
Zabıta bu duruma güler. Doğal olarak dinlemez ve yıkar.
Ama ertesi gün gazetelerde, Emin Çölaşan tadında yazılar çıkar.
“Atatürk düşmanları kendilerini bir kez daha gösterdi” diye.
Bu fıkra değil, yaşanmış bir hikaye.
15 yıllık gazetecilik hayatımda benzerleriyle sayısız defa karşılaştım.
Hoşuma gittiği için de ara sıra bu örneği veririm.
Gelelim bağlantıya.
ADD
Yani Atatürkçü Düşünce Derneği.
Bir dernek kurun, adına da Atatürkçü ibaresini yerleştirin, alın size sonsuz dokunulmazlık.
Sıkıyorsa biri gelip de dokunsun size.
ADD üyesiyseniz, trafik polisi durdurduğunda, hemen dernek kimliğinizi gösterin. Ceza kesebilen polise aşk olsun.
Keserse de hapı yuttu.

Dernek değil, korku filmi seti.
Bir masa etrafında toplanan insanlar, “korku senaryoları üretiyor”
Ürettikleri senaryoyu okuyup, korkmaya başlıyor.
“Ülke satılıyor, şeriat geliyor, hepimizi kıtır kıtır kesecekler. Bizi çarşaflara sokacaklar. Hepimizi camiye tıkıp zorla namaz kıldırtacaklar.”

Gerici, şeriatçı olmakla suçladıkları bir başbakanı aynı zamanda Yahudi, ya da Amerikan uşağı, ya da İran mollası olarak da suçlayabiliyorlar. Yani sınır tanımıyorlar.
Meşhur fındık reklamındaki gibi.
Yersen!

Bu ülkenin geleceğine dair bir tek ele avuca gelir projeleri yoktur. Nutuk atmaktan öte bir şey yapmazlar.
Yapanlara da “Yılanın başı” derler.

Takiyyecidirler.
Mitinglerine katılan başörtülü kadını göklere çıkartırlar. Amaçları bu görüntüden pirim elde etmektir. Miting biter, başörtülü kadın “canavar” olur. Onunla savaşmak gerekir.

Devletin en üst kademelerinden destek görürler.
CHP için aşkla ve şevkle çalışırlar. Bunu yaparken de “çaktırmama” gibi kaygıları vardır.
Baykal kutsal liderler arasındadır.

Bir dönem sıkça seslendirdikleri “Benim dedem de hacca gitti, benim halamın da başı örtülü” gibi söylemleri artık kullanmazlar.
Çünkü dindar insanların, dindarlıklarından döndürülebilecekleri ihtimalinin olmadığını düşünürler.

Atatürkçü felsefeyi bilmezler. Ezbercidirler. Tartışırken bu ezberin dışına çıkamazlar. Üretemezler.
Beyinlerini kiralarlar. Kiraladıkları beyinleri başkaları onların yerine kullanır.


Ülkeyi kamplara bölerler.
Onlar ve onlardan olmayanlar vardır.

Ulu Önder Atatürk’ü, derneklerine hapsetmişlerdir.
Kurtarabilene aşk olsun.

TURGAY GÜLER

23 Kasım 2008 Pazar

abdesti bozan şeyler nelerdir

analitik