4 Kasım 2018 Pazar

kitap alıntıları blogu

İnsanın bütün kitapları okumasının gerekmediğini söyleyebilirsin. O zaman sana yanıtım şu olur: Savaşta da her askerin öldürülmesi gerekli değildir, fakat yine de herkes gereklidir! Bana şöyle diyeceksin: Her kitap da gereklidir.

22 Aralık 2012 Cumartesi

trt çocuk izle

Trt çocuk izlemek için doğru yerdesiniz. süper trtçocuk çizgi filmleri burada. trt çocuk canlı izle için doğru adrestesiniz.

14 Haziran 2009 Pazar

Muhammed İqbalden güzel bir söz

Allah’ın bize verdiği tek isimden,İslam Milleti isminden türk, kürd, arab, fars, peştun vs.diye,yüzlerce millet icad ettik..Halbuki, bizler tevhîd gülistanı’nda,çeşitli renklerde açan güller ve aynı şarkıyı çeşitli dillerde şakıyan bülbüller olmalıydık..’
-Muhammed İqbal-

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Saadetten ilginç röportaj


Cumhuriyet'ten büyük sürpriz
Cumhuriyet'ten büyük sürpriz
Cumhuriyet Gazetesi bir zamanlar savaş açtığı Milli Görüş'e Numan Kurtulmuş sonrası kuçak açtı.

İŞTE CUMHURİYET'TEKİ O HABER VE O SAYFANIN ORJİNALİ:

‘Bu atmosfer korku cumhuriyetine götürür’

Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, kendi telefonlarının, bulunduğu ortamların dinlendiğini söyledi.

Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, kendi telefonlarının da dinlendiğini tahmin ettiğini belirterek “Biliyorum, bütün telefonlarımın, bulunduğum ortamların dinlenmiş olması ne yazık ki artık sıradan olay haline gelmiştir” dedi. Hükümette “kabine depremi” olduğunu, Başbakan’ın “as oyuncularını” sahaya sürdüğünü dile getiren Kurtulmuş, hükümet için “maçın kritik dakikalarının” başladığını söyledi. Hükümetin dış politikada “sıfır sonuç” elde ettiğini anlatan Kurtulmuş, ekonomide de “Türkiye’de tezgâhın dağıldığını” vurguladı.

SP Genel Başkanı Kurtulmuş’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

- Yerel seçimlerde önemli bir çıkış yakaladınız. Bu sonucu neye bağlıyorsunuz? Hangi partilerden oy aldınız?

- SP 26 Ekim 2008’de bir kongre yaptı. O kongreyle birlikte ben göreve geldim. Hemen arkasından bizim SP’nin yeni yönetimiyle, izlediğimiz yeni siyaset anlayışı, kullandığımız üslup, içerik ve kampanya sırasında ortaya koyduğumuz “Fark var” sloganıyla siyasi duruş ve muhteva çok geniş kesimlerin ilgisini çekmeye başladı. Belki 40 yıllık Milli Görüş hareketi içerisinde ilk sefer toplumun geniş kesimleri önyargısız bir şekilde bizi dinledi. Tahmin ediyorum bu siyaset yapma tarzı üslubu da milletimiz tarafından benimsendi. Millet bir işaret fişeği attı. Bu seçimde tohum ektik, ben önümüzdeki seçimde hasadı toplayacağımızı düşünüyorum. SP son yerel seçimde 5.2 oranında oy aldı. Ben bütün partilerden oy aldığımızı düşünüyorum. Hatta siyasete ilgisiz olan kesimlerden de oy aldığımızı düşünüyorum. Zaten ciddi kamuoyu şirketlerinin yaptığı seçim sonrası analizlerinde de SP’ye oy verenlerin yüzde 70’i hayatlarında ilk kez SP’ye oy veriyorlar. Oyumuzu 820 binden 2 milyon 61 bine çıkarmışız. Demek ki 1.5 milyon kişi ilk sefer bize oy veriyor.

‘Adalet Bakanı’nın demeci talihsizliktir’

- Son dönemde gündemde olan bir konu da telefon dinlemeleri. Siz de telefonlarınızın dinlendiği konusunda bir endişe duyuyor musunuz?

- Hiçbir endişe duymuyorum. Biliyorum, bütün telefonlarımın, bulunduğum ortamların dinlenmiş olması ne yazık ki artık sıradan olay haline gelmiştir. Böyle bir şey olabilir. Yani bunu normal karşılıyorum manasında söylemiyorum, yani böyle olmuş olmasını tahmin ediyorum. Ama tabii esas üzerinde konuşulması gereken, nasıl faili meçhul bir insanlık suçuysa, bir insanın mahremine girerek onun telefonunu, evini, arabasını dinlemek de insanlık suçudur. Bu millet hiçbir kamu görevlisine, hiç kimsenin evini, arabasını, işyerini, çalışma ofisini, efendim telefonlarını dinleme hakkını vermiyor. Varsa ihtiyacın, gidersin mahkemeden alırsın dinleme yetkisini ve insanları yasal kayıtlar altına alarak dinlersin. Bu bir antidemokratik yapılanmanın tezahürüdür. Böyle bir devlet yapısı, bir polis devleti yapılanmasının sonucudur. Böyle bir atmosfer insanları ancak bir korku cumhuriyeti içerisine götürür. Ama çok ilginci bu işlerle ilgili sorumlu mevkide bulunan insanların, örneğin eski Adalet Bakanı’nın “Evet Türkiye’de 70 küsur bin kişi dinleniyor” gibi bir demeç vermesini de gerçekten Türkiye siyaseti adına çok büyük bir talihsizlik olarak karşıladım.

Erdoğan son kozunu oynuyor

AKP’nin yanlış ekonomi politikaları izlediğini söyleyen Kurtulmuş, bunun Türkiye’ye pahalıya malolduğunu belirtti. Kurtulmuş, aktif dış politikaya karşın sonucun ‘sıfır’ olduğunu ifade etti

- Hükümet için ‘maçın kritik dakikaları başladı’ dediniz. Biraz açar mısınız?

- Bir tanesi Türkiye’nin ekonomi politikalarında izlediği yoldur. Yani son 7 yıldır iktidarda bulunan AKP kendisine Kemal Derviş tarafından miras bırakılan, dışa bağımlı, Türkiye’yi tamamen neoliberal politikalar çerçevesinde, küresel finans kapitalizminin üzerinde işlem yaptığı bir ülke haline getiren yanlış ekonomi politikalarını izledi. Bunun sonucu olarak Türkiye’de bugün tezgâh dağıldı, toplumun bütün kesimleri üretim kabiliyetlerini kaybetti, alım güçleri azaldı.

Diğer taraftan Türkiye’nin özelleştirme adı altında bütün kamusal kaynakları yok pahasına elden çıkarıldı, bankacılık sektörü yabancılaştırıldı. Türkiye’de herkes borçlu hale getirildi. Şimdi bu ekonomik yapı sürdürülemez bir ekonomik yapıdır ve bu hükümetin karnesindeki en önemli, bizim açımızdan ve millet açısından, kırık not da budur. Biz Anadolu’yu karış karış dolaştık. Şu soruyu her mitingde sordum: “5 sene öncesine göre, 7 sene öncesine göre daha iyi noktadayım diyen bir arkadaşımız varsa buyursun mikrofonu veriyorum ve ben konuşmadan inerek gideceğim yere geri dönüyorum.” Toplumun çok az bir kesimi dışında hiç kimse Türkiye’nin ekonomik gidişatından memnun değildir... Krize karşı hükümetin algısı fevkalade eksik ve zikzaklı olmuştur.

İkinci önemli alan dış politikayla ilgili alandır. Dış politikayla ilgili hükümetin aktif bir dış politika izlemekte olduğunu biliyorum ve bunu takdir ediyorum. Ama bu aktifliğin sonucunun ne olduğunu da soruyoruz. Bizim yetkililerimiz gidiyor; Başbakanımız, dışişleri bakanlarımız, efendim Cumhurbaşkanımız, ilgili bakanlarımız her gün, her hafta Ankara’da birkaç tane yabancı heyeti misafir ediyoruz. Bunlar çok güzel şeyler...

Sonuç? Sonuç elde var sıfır. Aktif politika, ama sonuç almayan bir politika. Dış politikadaki önemli sıkıntılarından birisi de “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi”. Biz yıllardır söylüyoruz, bu projenin özeti Fas’tan Endonezya’ya kadar olan coğrafyayı etnik, mezhebi, dini çatışmalarla boğuşturup tamamıyla kendi kontrolü altına almak ve bu bölgede kendisine alternatif bir siyasetin oluşmasını engellemek. Bu bölgenin doğal kaynaklarına da el koymak. Ne yazık ki bu bölgeyi bölmek, parçalamak stratejisi üzerine kurulu bu Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanlığını yapmak gibi bir talihsizlikle 5-6 yıllık süre geçirilmiştir. Bu kabul edilemez.

Hükümet o kadar çok Amerikan yanlısı bir politika izlemiştir ki Sayın Milli Savunma Bakanı bir muhalefet milletvekilinin soru önergesine verdiği cevapta diyor ki: “Amerikalılar Türkiye’deki üsleri kullanarak 131 bin tane uçuş yaptılar.” “Bu uçuşlardan” diyor “6 bin tanesi de içinde ne olduğu, ne taşıdığı, kimi taşıdığı ve nereye gittiği belli olmayan uçuşlardır” diyor. Resmi cevap bu. Şimdi milletin size vermediği bu hakkı, siz hangi hakla Amerikalılara kullanması için verirsiniz?

SİYASETÇİLER AĞZINI KAPATSIN

- Ergenekon davası konusundaki görüşünüz nedir?

- Ergenekon davası magazinleştirilerek tartışılamaz. Burada dört tane temel şartımız var. Bunlardan bir tanesi Ergenekon davasında hiçbir siyasetçi kendisini savcı ya da avukat rolüne koymasın. Ağzımızı bir kapatalım. Siyasetçiler ağzını kapatsın, bir. İkincisi, bu davanın bir soruşturma kısmı var, bir mahkeme kısmı var. Soruşturma ve mahkeme kısmı uluslararası hukuka uygun, insan haklarına uygun, açık ve şeffaf bir şekilde yürütülsün... Üçüncüsü, bu mahkemede iş nereye kadar gidiyorsa hiçbir önyargı içerisinde olmadan tamamen mahkemenin prensipleri içerisinde, hukukun üstünlüğü prensipleri içerisinde sorumlular kimlerse oraya kadar gitsin. Dördüncüsü, bu mahkeme vesile edilerek Türkiye’de denetlenemeyen kurum-kuruluşlar, yapılar varsa bunların milletin denetimine açılabileceği yasal ve anayasal değişiklikler yapılsın...

AS OYUNCULARI SAHADA

- Kabine değişikliğinde sizin bu yükselişinizin de etkisi olduğu söyleniyor...

- Seçim sonrasında hükümetin bir kabine değişikliğine gideceğini tahmin ediyorduk. Çünkü birçok şey yanlış gidiyordu, birçok şey artık sürdürülemez noktaya gelmişti. Bunu biliyorduk, ama bir kabine değişikliği değil, bir kabine depremi oldu. Bu kabine değişikliği aslında Sayın Başbakan’ın as kadrosunu sahaya sürmesidir, futbol terimiyle konuşmak gerekirse as oyuncularını sahaya sürmüştür. Bu aslında şu demektir: Bir teknik direktör as oyuncularını maçın kritik dakikalarında oyuna sokar. Ben hükümet için maçın kritik dakikalarının başladığını görüyorum. Yine seçimden hemen sonra yaptığım değerlendirmede: “Bu seçim AKP’nin kolay son seçimidir, SP’nin zor son seçimidir” demiştim. Seçim sonrasındaki gelişmeler de bunu ciddi şekilde ortaya koyuyor. Bu anlamda SP’nin yükselişinin hükümetin yeniden yapılandırılmasında etkili olduğu yönünde birçok tahlil var, siyasi analizler bunu söylüyor, ben de bu görüşlere katılıyorum.


11.Mayıs.2009 13:51:21

10 Mayıs 2009 Pazar

anneler gününüze lanet olsun

Anneler Günü kendini 1600'lü yıllarda İngilizler'in "Mothering Sunday" (Anneler Pazarı) kutlamalarında gösterdi. Hıristiyanlığın Avrupa'ya yayılmasından sonra "Anneler Pazarı" kutlamaları ruhani bir güç sayılan "Anneler Kilisesi" ni onurlandırmak amacıyla düzenlenmeye başlandı, doğurganlık ve inanç yine bir araya geldi.

İçinde bulundukları dönemde zor koşullar altında yaşayan ve çoğu zaman çalıştıkları yerlerde barınan İngilizler bu özel günde izinli sayılırlar ve tüm günlerini evlerinde anneleri ile geçirirlerdi. Hatta biraz da hıristiyan aleminin yortu geleneğinin etkisiyle olsa gerek "mothering cake" adını verdikleri bir tür pasta götürme adeti yerleşmişti.

Hıristiyanlığın Avrupa'da yaygınlaşmasından sonra bu kutlama, onlara hayat veren ve kötülüklerden koruyan ruhani bir güç sayılan "Anneler Kilisesi" ni onurlandırmak amacıyla değişti. Zamanla kilise festivali Anneler pazarı kutlamaları ile birleşerek, beraber kutlanmaya başlandı.

Anneler Günü resmi olarak ise ilk kez Amerika Birleşik Devletleri'nde 1872 yılında kutlandı. Şair Julia Ward Howe bundan böyle her Paskalya Yortusu'nun dördüncü Pazarı'na denk gelen tarihin kendi şehrinde Anneler Günü olarak kutlanacağını ilan etti.

Philedelphia'da yaşayan Ana Jarvis adındaki genç kız, annesinin ölüm yıldönümü olan Mayıs ayının ikinci Pazar'ının tüm eyalette "Anneler Günü" olarak kutlanmasını istedi. Politikacılara, bakanlara ve iş adamlarına kendisine yardımcı olmaları için mektup yazdı.

Jarvis'in gösterdiği gayret 1911 yılında semeresini verdi ve her yıl Mayıs ayının ikinci Pazar gününün Amerika Birleşik Devletleri'nin tüm eyaletlerinde "Anneler Günü" kutlanması hükümet kararıyla kesinleşti.

Böylece Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının binlerce yıl önce başlattığı gelenek 20. yüzyılın başından itibaren dünya çapında kabul görmüş oldu.
Ülkemizde ise 1955 yılından beri mayıs ayının ikinci pazar gününde anneler günü kutlanıyor.

Türkiye, Danimarka, Finlandiya, İtalya, Avustralya ve Belçika'da da aynı tarih kabul edilmesine rağmen İngiltere'de ve diğer birçok ülkede Anneler Günü ulusça belirlenen değişik tarihlerde kutlanmaktadır.


http://www.milliyet.com.tr/ozel/annelergunu/tarihce.asp

5 Mayıs 2009 Salı

Laik Rejim Ve İslami Kimlik Ahmet Turgut Ulucak



Laiklikle ilgili yapılan tanımlamalara baktığımızda, bu kavram ya da düşünce biçiminin, gereği gibi ne Laikler ne de Müslümanlar tarafından doğru anlaşılamadığını görüyoruz. Laikliğin ortaya çıktığı süreçte, Fransa’da kiliseye karşı başkaldırı olarak gördüğümüz bu seküler düşünce biçiminin, bir anlamda Hıristiyan dünyasında zaten bozulmuş ve tahrif edilmiş Allah anlayışını ve Allah’ın koyduğu hükümleri tamamen ortadan kaldırmayı ve hayattan devre dışı bırakmayı hedeflediğini ve bunu başardığını görürüz. Özellikle Batı dünyasında Allah’ı hayata müdahil kılmama anlayışının, halkı Müslüman olan toplumlarda dayatılmaya çalışılan ve bir türlü yerleştirilemeyen bir baskıcı düşünce biçimi olduğunu açıklıkla söyleyebiliriz.

Seküler anlayış, dini devletten, devleti dinden, hatta müslümanı hayatın içindeki baskıcı unsurlar vasıtasıyla, kendi iman ve kulluk bağından koparmaya çalışan bir ideoloji biçimi halinde Müslüman bireyleri ve toplumları etkisizleştirirken; hayatın içinde Allah ve hükümleri ile bağlarını koparıp mevcut bulunan laik ideoloji ile şekillendirilmeye çalışılan totaliter bir baskıya dönüşmüştür.

Laiklerin kendi tanımlamaları içinde devlet ya da bundan sorumlu kurumlar, laikliği bireyin hayatına müdahale olarak algılamıyor. Bu düşünce kendi içerisinde tutarlı değildir. Müslüman bir şahsiyetin Allah ile yaptığı sözleşme gereği İslamın haricinde bir ideolojiyi (İslam ideoloji değildir) benimsemesi, kabul etmesi veya onu yaşamında bir değer haline dönüştürmesi kabul edilemez. Bu durumda Allah ile yapmış olduğu sözleşmeyi bozarak iman etmiş olduğu Kuran’a muhalif olmuş ve İslam ile bağlarını koparmış olur.

“Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.” (4/Nisa Suresi 60)

Seküler anlayışın, kendi prototipinde insan yetiştirme düşüncesi tarih boyu süregelmiştir. Allah’ı bir kabul etmekle beraber yeryüzüne müdahale etmesini kabul etmeyen bir inanca sahiptir. Allah’ın yasalarına muhalif olan insanların ürettiği düşünce ve yaşam biçimi, içinde Müslümanların çıkmaz içerisinde bırakılması yönünde bir çabadır. Halkı Müslüman olan toplumlarda laik sistemi kabul edip onu yaşamın temel düşüncesi haline getirmeye çalışan elit zümre, Müslüman bireylerin olduğu mekanlarda ve zeminde sürekli kendilerinin de Müslüman olduğuna vurgu yapmaktadır. Hatta İslam’ın bunu istediğini ve asıl Müslüman olanların kendileri olduğu tezi ile kendilerini meşrulaştırma düşüncesi ve dayatması içine girdiklerine de tanık oluruz.

Yakın tarih incelendiğinde, istiklal mahkemelerinde laiklik ve düşünce biçimlerini kabul etmeyen birçok müslümanın darağacında asıldığını ve hala gereği gibi bunların gün yüzüne çıkarılamadığını görürüz. Bu gerçek, büyük bir zulüm ve jakoben dayatmanın Müslüman toplumda neler yaşattığına tanıklık etme açısından bilinmesi gerekir.

Her insanın istediği dini ve düşünceyi seçme özgürlüğü vardır. Allah kullarının üzerinde zorlayıcı değildir. Bu konuda Bakara Suresinde Rabbimiz söyle beyan eder:

“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir.” Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.” (2/Bakara 256)

Doğuştan Allah’ı tanımaya ve onun hükümlerine boyun eğmeye uygun yaratılan insanın, yaşadığı süreç içinde baskıcı dayatmalar ve entrikalar ile hayat bağlarının koparılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Kendi hegomanyalarını kurabilmek ve sürdürebilmek adına despot düşünceye sahip olanlar tarafından, sürekli baskı ve dejenere ile İslami kimliğinden koparılmaya gayret edilmektedir. Buna tabi olmayanlara karşı ise tecrit, hapis ve tehdit gibi birçok baskıcı müdahalelerde bulunulmaktadır. Hayatını erdemli yaşamaya çalışan insanlara engel olmak istenmektedir. Allah dahi kulunun üstünde baskıcı değilken, bugün varlıklarını sürdürme ve dayatma adına gayrı İslami oluşumların -özelde laik düşüncenin- baskıcı olmaya çalışması Müslümanları hatta insanları tek tipleştirmesi kabul edilebilecek bir durum değildir.

Özellikle İslami hareket iddiasını taşıyanların, yeryüzünde nesli ve ekini fesada uğratmaya çalışanlara karşı çıkmaları sadece toplumsal insani bir görev değildir. Bunun ötesinde Müslüman olanlara Allahın yüklediği bir sorumluluktur. Müslüman birey ve toplumların bu anlamda sorumluluklarını kuşanmaları ve mevcut statükoya karşı İslami duruşlarını hiçbir baskıya ve çözülmeye meydan vermeden sürdürmeleri gerekir.

Laik sistemlerin en belirgin özelliklerinden birisi, kendilerinden olmayanlar üzerinde baskı oluşturup yıldırma çabaları olduğu gib, sakin kişiliği, duruşu ve düşünceyi bozmak da vardır. Hatta toplumsal bir yozlaştırma süreci içinde sahip oldukları değerleri ve düşünceleri terk etmeye ya da farklılaştırmaya yönelik bazı imkanlar sunması, Müslüman şahsiyetin ve toplumun üzerinde çok hassas olarak dikkat etmesi gereken bir durumdur.

İslam toplumu beklentilerini, düşüncelerini ve eylem planını, konjonktüre göre belirlememeli, Allah’a karşı sorumluluk bilincinden almalıdır. Özellikle son yüz yıllık süreç içerisindeki İslam toplumunun bu konuda yaşamış olduğu ve hala doğru tahlil etmekten mahrumiyet yaşadığı bir zaman dilimi içerisindeyiz. Erdemli Müslüman kimliğin inşası ve takva toplumundaki var olma mücadelesinde, ideolojiler, resmi kurumlar ya da sistemin stratejisi gereği takdim ettiği geçici ikramlar belirleyici olamaz. Müslümanların kendi değerlerini mutlak bir ölçü olarak belirlemesi asla tehir edilemez. Varlık mücadelesini Allah’ın kelamından ve Resulün örnekliğinden oluşturması gerekir.

Bugün kendini Müslüman olarak tanımlamasına rağmen birçok sözde İslami kuruluş ve şahsın geldiği noktaya baktığımızda, laik sistemin fazla rahatsız olmadığı bir tablo karşımıza çıkar.

Laik düzenin istediği insan modelinin, Allah’tan kopuk, seküler mantık içinde ihtiraslarını öne çıkaran, kendi varlığını devam ettirme adına her türlü sapmayı normal göstererek buhran içinde yetişen bir birey oluşturmak olduğunu görüyoruz. Yaşadığımız coğrafyanın hangi şartlarında ve zemininde olursak olalım, Müslümanca yaşayabilmek ve izzetli bir yaşamı Allah’a kavuşacağımız günün hesabı içinde anlamak ve buna göre yaşamımızı tayin etmek durumundayız.

Laik rejimin düzene tabi olmuş kimlik oluşturma çabasının arka planlarını iyi görebilmeliyiz. Sistemle yüzleşmek, laik rejimin bunca yıldır Müslümanlara neler çektirdiğini hesaba katmak durumundayız. Bu hesap sonucunda, gücü ellerinde bulunduranların, bu gücü kaybetmemek için baskıcı güçlerini her durumda göstermek ve bunu sürdürebilmek adına, süreç içerisinde Müslümanlara karşı çeşitli planlar yaptıklarını net görebiliriz.

Laik sistemler belki batı dünyasının bir tercihi olabilir, lakin Müslüman toplumun kabul edeceği bir durum asla olamaz. Bunu sloganik bir reddiyeden ziyade, Allah’a karşı kulluğumuzun bir gerekliliği olarak bilmeli ve buna göre tavır geliştirmeliyiz.

Yaşadığımız coğrafyada tanık olduğumuz bir başka durum ise, zamanla sistemin tıkanan damarlarının bir kısım Müslümanlar tarafından açıldığıdır. Toplumu dönüştürme ve kendi mecrasına yöneltme konusunda iddia taşıyan birçok kurum ve örgütlenmelerin sistemle yüzleşme yerine payanda görevi içinde bulunması gerçekten çok düşündürücüdür.

Laik sistemin kendisini rahatsız etmeyecek oluşumlara, planın bir parçası olarak destek vermekten geri kalmadığını anlamakta güçlük çekmiyoruz aslında. Mevcut beşeri sistemleri memnun etmek ya da ondan pay elde edebilmek adına değerlerinden ödün verenler tarih karşısında unutulmayacaktır. Ayrıca hesabın zor olduğu ahiret gününde hüsrana uğrayacakları bir yola da girmişlerdir. Bu hatırlatma, üzerimize düşen bir sorumluluktur. Geçmişte bize düzgün miras bırakmayanları sorgularken, bizimde gelecek nesillere hayırlı bir miras bırakmamız gerektiğinin kaçınılmazlığı da akla gelmelidir.

Özellikle toplum önünde kanaat önderliği yapanların ve toplumsal görev yüklenme iddiası taşıyanların sorumluluklarının daha fazla olduğunu hatırlatmamız kulluk vazifemizdir. Halkı Müslüman olan toplumlarda, insanların kendi çıkarları gereği oluşturdukları düşünce biçimleriyle (ideolojiler, dinler…), hassaten İslami kimliği yok sayma, bunun etkisiz bırakılma ve hayattan tecrit edilme planını uygulamadan geri durmayan laik sistemle Müslümanların ciddi anlamda yüzleşmesi gerekmektedir.

Ekonomik, içtimai, siyasal, kültürel ve her alanda laiklerin kendi inanç ve düşünce alanındaki oluşturmak istediği karakter anlayışına dikkat edilmesi ve bu yöndeki yozlaşmanın her çeşidine basiret içinde karşı koyabilmeliyiz. İman etme iddiasında bulunduğumuz İslam dini ve bununla şeref bulduğumuz Müslümanlığımız, bize hayatın her alanında Allah’ın koyduğu yasalar ve Rasulullah’ın örnekliği ile yaşam sunmaktadır. Hayata müdahil olmayan İslam, Allah’ın dini olmaktan çıkıp insanların ya da kurumların oluşturduğu din olur. Biz Allah’ın dininin haricindeki tüm dinlerden beri olduğumuzu söylemeyi imanımızın bir gerekliliği olarak görüyoruz. Sahip olduğumuz bu değerler ile bizi tanımlayan Allah olduğuna göre, bunun haricinde bir tanımlamayı -velev ki İslam adına olsa bile- kulluğa müdahale olarak görmekteyiz.

Fussilet Suresinin 33. ayetindeki tanımlama bize yeten bir tanımlamadır :

“Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve: "Ben gerçekten müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (41/Fussilet 33)

İnsanlar sadece hesabını Allah’a vereceği bir güne hazırlanmalı, kimsenin kimseye fayda sağlayamayacağı o günde Rabbinin rızasını gözetenlerden olmayı tercih etmelidir. Hayatı beşeri ideolojilere göre değil de Allah’a teslim kılma ve her türlü imtihana rağmen eğilmeden bükülmeden hakkı ikame edenlerden olma sorumluluğunu alarak yaşamı tanzim etmeliyiz.

Ankebut Suresinin verdiği mesajı algılayarak hayatı imtihan bilincinde yasamalıyız: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacak.” (29/Ankebut 2-3)



http://www.vuslatdergisi.com/?vuslat=yazi&id=2522&k=94

4 Mayıs 2009 Pazartesi

İmam Humeyni'nin İslam İnkılabının 3 ncü yıldönümü münasebetiyle 11.02.1982 tarihinde İran'a davet edilen yabancı konuklara hitaben yaptığı konuşma

Bismillahirrahmanirrahim

Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen ve iran’ın durumunu yakından müşahade ederek, İslam Cumhuriyeti’nin dünyada mazlum olduğunu anlayan sizlere teşekkür ederim. Özellikle Lübnan’dan gelen bu küçük, aziz çocuklara, Lübnan şehidlerinin bu varislerine teşekkürlerimi bildirir, hepinizin sıhhat ve saadetinizi Allahu Tebarek ve Tealadan niyaz ederim. İran’da gerçekleşen bu İslam cumhuriyetinin tüm İslam topraklarında da gerçekleşmesini dilerim. Benim bütün gruplara teker teker teşekkür etmeye gücüm yoktur, fakat burada teşekkür etmem gereken temsilciler bulunmakta ve yine teşekkür etmem gereken şehid velileri de bulunmaktadır. Kısacası hepinize teşekkür ederim.

Bugün İslam topraklarından veya gayri İslami ülkelerden gelerek saygıdeğer temsilcilerin huzurunda bazı konuları anlatmam gerekiyor. Peygamberi Ekrem (S.A.V) den rivayet olunmuştur ki: "İslam ilk dönemlerde mazlum idi ve daha sonraları da mazlum olacaktır." Ben de işte bugün islamın mazlumluğunu sizlere arzetmek istiyorum. Kur’an-ı Kerim:”Doğrusu milletim bu Kur’an-ı terk etmişti”(25/30) buyuruyor.

Kur’an-ın kendi kavmi ve ümmeti içerisinde örtülü kalmasını Allahu Tebarek ve Tealaya şikayet etmiştir. Ben bugün bu çaresizliğin yüklediği vesayet altına alınmışlığı ve mazlumluğu sizlere bildirerek, diyorum ki;

Bakınız, İslam ve müslümanlar ne haldedir? Kur’an ve İslam bugün vesayet altına alınmış vaziyettedir ve mazlumdur. Çünkü, Kur’anın ve İslamın üzerine vesayet konulması, Kur’anın ve İslamın çok önemli meselelerinin ya tamamen vesayet altına alınmasından veya birçok İslami devlet iddiası taşıyan devletlerin, İslam’a, Kur’an’a aykırı yönde hareket etmeleri yüzündendir.

Kur’anın önemli meselelerinden biri ümmeti vahdete davet etmek ve anlaşmazlıktan men etmektir. Kur’anı Kerim de çeşitli tabirlerle Müslümanlar ve Müslümanların başında bulunanlar arasındaki çekişmeler men edilmiştir.

“Ayrılığa düşmeyin, yoksa korkar, başarısızlığa düşersiniz. Ve kuvvetiniz gider”(8/46)

İslam’ın iki önemli siyasi esası olan bu iki noktayı incelemeli ve Müslümanların onlara nasıl bağlı kaldıklarını görmeliyiz. Acaba Müslümanlar İslam’ın bu iki esasına itina gösterdiler mi? Acaba o iki esasa uydular mı? Eğer bu esaslara itaat edecek olurlarsa müslümanların bütün mesele ve zorlukları halledilmiş olur ve eğer itaat etmeyecek olurlarsa parçalanarak, özelliklerini kaybederler. Müslümanlar iki grupturlar: Birincisi, Müslüman halklar ve halk kitleleri, ikincisi ise bu halk kitlelerine hükümet edenler, ülkelerin yöneticileri, İslamlık iddiasında bulunan, Allah’ın kitabına uymak iddiasında bulunan ve her biri bir ülkeyi idare eden bu devletlerin ve yöneticilerin durumlarına bir göz atarak, onların, Allah’ın kitabının önemli esaslarına uyup uymadıklarını görelim. Öte yandan, İslam’ın diğer bir önemli esası da bulunmaktadır ki, Müslümanlara kafirlerin sultası altına girmemelerini emretmektedir. Allahu Tebareke ve Teala hiçbir kafirin sultasının kabulünu Müslümanlara emretmemiştir.

Müslümanlar da kafirlerin sultasını kabul etmemelidirler. Bu, Kur’anı Kerim in Müslümanlara farz kıldığı önemli bir siyasi esastır. İslami ülkelerde Müslümanlara hükümet edenler, yöneticiler, acaba idareleri altındaki halkla çatışma halinde midirler? Birbirleriyle siyasi ve propaganda yönünden mücadelede bulunuyorlar mı? Yoksa, birbirleriyle anlaşma ve dayanışma içerisinde midirler?

Bugün halkı Müslüman olan ülkeler arasında birlik olmadığı gibi, ayrıca çatışma olduğunu da görmekteyiz, hatta bazen silahlı çatışmalar genellikle de propaganda mücadelesi veya siyasi çatışmalar bulunmaktadır. Gerçekte onlar bu gibi çatışmalar neticesinde parçalanmışlardır.

Kur'anı Kerim bildirmektedir ki, eğer birbirinizle çatışacak olursanız, parçalanırsınız. Siz bugün parçalanmış olmanın etkilerini Müslümanlarda görmektesiniz. Parçalanmanın etkilerini arap ülkelerinde görüyorsunuz. İslam toprakları siyasi, askeri ve tabii kaynaklar açısından bu kadar büyük bir güce sahip olmalarına rağmen, İsrail’in karşısında bir şey yapamamaktadırlar…

Siz yenilmeyi ne zannediyorsunuz? Bu bir devletin veya milletin kendi düzeninin korunması için yapması gereken bir işi yapamaması değil midir?

Düşman, İslam’a Müslümanların vatanına saldırmış ve hergün genişlemektedir ve tek bir ülke ile de yetinmemektedir. Müslümanlar onun karşısında yenilmişlerdir. Lübnan dan gelen ve şehitlerin varisleri olan bu çocuklara bakınız, bunlara nasıl bir cevap verebiliriz? Küçük kalpleri ile buraya gelmiş olan, İslamın kendilerini himaye etmesini isteyen ve her gün kendi topraklarında İsrail tarafından zulüm ve işkenceye tabi tutulan bu çocuklara vicdanı olan Müslümanlar nasıl cevap verebilirler?...

Hz. Resulü Ekrem (S.A.V) den rivayet olunmaktadır ki: “Eğer bir Müslüman EY MÜSLÜMANLAR diye feryad eder de Müslümanlar ona cevap vermezlerse, Müslüman değildirler.”

Ben buradan, “Ey Müslümanlar, Ey dünya müslümanları, Ey İslamlık iddiasında bulunan devletler, Ey dünyanın Müslüman halkları” diye feryad ediyorum ki; İslam’ın yardımına koşunuz. Süper güçlerin baskısı altında bulunanların, mazlumların, zulme uğramışların yardımına koşunuz.. Süper güçler tarafından saldırıya uğrayan İslam toprakalrının yardımına koşunuz. Kendi yardımınıza koşunuz. Kendi halkınızın yardımına koşunuz. Ey dünya Müslümanları, süper güçler, Çeşitli hile ve komplolarla ve kendilerine bağlı uşaklarıyla, İslam topraklarında, İslam’ın her şeyini sultaları altına almışlardır, İslam’ın yardımına koşunuz.

Ey dünya Müslümanları ve ey birçok ülkeden İran’a gelerek İran’ın durumunu, Amerikan uşağı Saddam’ın cinayetlerini yakından gören sizler, gördüklerinizi dünyaya duyurunuz. Eğer Afganistan’dan haberiniz yoksa, Afganistan alimleri ve bir çok müçtehidler burada bulunmaktadır. Afganistan’da neler olduğunu onlardan öğreniniz. Ey müslümanlar, İslamın yardımına koşunuz. Süper güçler İslam’a muhaliftirler. Süper güçler İslam’ı istemiyorlar çünkü, eğer bir milyar Müslüman İslam bayrağı altında bir araya gelecek olursa, artık dünyada kendilerinin yaşamasının zor olacağını cinayet işlemek için meydanların kendilerine kalmayacağını bilmektedirler.

Müslümanlara ne olmuştur, müslümanalrın yöneticilerine ne olmuştur ki bütün şeref ve haysiyetlerini Amerika uğruna harcamışlardır?Mazlum ve yalınayak halkların malı olan İslam topraklarının zenginliklerini Amerika’ya sunanlara ne oluyor? Bu zenginlikler yalınayak ve mazlum halkların malıdır. Amerika, kendisine sunulan bu zenginliklere rağmen İsrail’i desteklemekte, İsrail’i bu zenginliklere karşılık bırakmayacağını bildirirken Müslümanlara ne oluyor? Müslümanlar niçin bu duruma gelsinler? Müslümanların propağanda araçları için yabancı sulta altından veya uluslar arası hırsızların elinden kendini kurtarmak isteyen bir grup Müslüman aleyhinde, propaganda yapıyor? Niçin İran’a cephe alıyorlar? İran ne yaptı?... Saraya bağlı bazı müftüler niçin İran’ı tekfir ediyorlar? Kur’anı Kerim eğer bir kimse İslamlık iddiasında bulunuyorsa o müslümandır, onun Müslümanlığını kabul ediniz ve onu reddetmeyiniz buyurmuyor mu?

Bunlar İslam hakkında ne biliyorlar? Biz feryad ediyoruz. Biz müslümanız. Kur’an-ı Kerim’in ve Resulü Ekrem’in emirlerini bu ülkede uygulamak istiyoruz. Biz yirmi yıldan fazla bir zamandan beri İsrail ve Amerika’ya muhalif olduğumuzu bildirdiğimiz halde yine de bazı yazarlar, gazeteciler ve radyo yöneticileri bizim İsrail’le dost olduğumuz suçlamasını getiriyorlar. Biz mi İsrail’le dostuz, yoksa, İsrail’in Müslümanlara neler yaptığını görüp de sessiz kalanlar mı? İsrail Lübnan’ı ne hale getirdi? İsrail Suriye’ye karşı neler yapmaktadır? Golan Tepeleri ni ilhak etmiştir ve daha birçok cinayetler işlemiş bulunmaktadır. Bütün bunlara rağmen yine de bizim İsrail’i resmen tanıyacağımızı söylüyorsunuz.

Yirmi yıldan daha fazla bir süre boyunca bu kanser tümörünün müslümanalrın arasından atılmasını, Beytül Mukaddes’in geri alınmasını İslami ülkelerin bu kanser tümöründen kurtarılmasını feryad eden biz mi İsrail ile dostuz? Yoksa çeşitli oyunlarla İsrail’i resmileştirmek isteyen tüm dünya halklarınca cinayet ve zulümleri bilinen bir rejimi destekleyen siz mi? Siz Allah’ın karşısında cephe almış, Allah ve Müslümanlık düşmanlarını işbaşına getirmek, onu huzura kavuşturmak ve resmileştirmek istiyorsunuz.

Siz İsrail’i resmen tanımak istiyorsunuz fakat o sizi tanımamakta.. Allah göstermesin, İsrail’in sizlere hükümet etmesini önlemek için herhangi bir harekette bulunmamakta, bomboş oturmaktasınız.

Ey Müslüman halklar, ey İslami ülkelerin mazlum halkları, zenginlikleri Amerika ve uşakları tarafından yağma edilen ve kendileri zillet altında yaşayan ey aziz halklar. Uyanınız..

Ayağa kalkınız…

Ey dünya mustazafları kalkınız ve süper güçlerin karşısında kıyam ediniz. Eğer onların karşısında direnirseniz, onlar hiçbir şey yapamazlar. Gördünüz ki, Müslüman iran halkı, birleşerek hep birlikte kıyam ettiler. Silahsız ve yalın elle o büyük şeytani güç Muhammed Rıza ve birbirini destekleyen süper güçlerin karşısında kıyam ederek, onları ve fasit saltanat rejimini iman gücü ve Allahu Ekber feryatları ile sahneden dışarı attılar.

Onları cehenneme gönderdiler, o rejimin yerine şimdi İran’da gördüğünüz İslami rejimi kurdular.İslam devleti dünyadaki zayıfları ve mustazafları destekleyen bir devlettir. Bunların ne mali, ne bedeni ve ne de askeri güçleri vardı, yalnızca iman güçleri vardı.

“Allah’a yardım ederseniz, o da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar”(47/73)

Sizler zalimler karşısısnda kıyam ederek, mazlumların hakkını isteyiniz. Sizlere hükümet etmek isteyen süper güçlerin karşısında kıyam ediniz. Öte yandan dünyanın her yerinden bizlere hükümet etmek istiyorlar. Bizleri ve sizleri ve herkesi kendi egemenlikleri altına almaya ve bizim kaynaklarımızı yağma etmeye çalışıyorlar. Maalesef devletler de onlarla muvafıktır. Hatta bazıları onlardan daha ileri gidiyorlar. İslam dini bugun mazlumdur. Kur’an vesayet altına alınmıştır. Ezan okuyor ve namaz kılıyorsunuz fakat, İslam’ın siyasi hükümlerinin çoğuna ilgi göstermiyorsunuz.

Kur’an-ı vesayet altında bulunmaktan kurtarmıyorsunuz...Tabii Kur’an okumak ve Kur’an-ı hayatın bazı alanlarında uygulamak gerekmektedir,ama yeterli değildir.Kur’an hayatın her kesimine hakim olmalıdır.-Kur’an;

"Topluca Allah’ınipine sarılın ve ayrılmayın buyurluyor..(3/103)

Bu gibi gelişmiş,mükemmel siyasi hükümler uygulanırsa dünyaya hakim olabilirsiniz.Kur’an-ı vesayet altına aldık,sınırladık,örttük,bu meselelere itina göstermedik.Halbuki Kur’an-ı her işimizde örnek almalıyız.Her işte Kur’an-ın okunmasına riayet edilmelidir. İnsanların her işinde Kur'an rehber olmalıdır. Kur'anı bazı hallerde uygulayıp, bazı hallerde uygulamamak diye bir şey olmaz.

Kur'an siyasi hükümlerde, müslümanlara karşı koyanlar için "Ölüm emri" veriyor. Bugün İsrail müslümanların karşısına dikilmiş ve onlara karşı koyuyor. Amerika da bunu yapıyor. Saddam da müslümanların karşısındadır ve onlar aleyhinde cinayetler işliyor. Allah, "Müslümanların aleyhinde ve müslümanların bir gurubu aleyhinde kıyam eden kimselere karşı koyulmasını emretmişitr."

Saddam bir yandan barışsever olduğunu iddia ediyor, öte yandan da Güney'den Batı'ya uzanan toprakalrımızı gaspediyor. (Bunlara rağmen yine de barışçı olduğunu ileri sürüyor) Eğer böyle barışseverlik olursa, İsrail'de barışseverdir. O da Golan tepelerini işgal ediyor ve müslümanların bir bölümüne saldırıyor ve sonra da hem o, hem Amerika ve diğer süper-güçler de barışsever olduklarını söylüyorlar. Biz, barışın bütün dünyada sağlanmasını istiyoruz. Lakin bütün savaşların asıl sebepleri bizzat kendileridir. Saddam da barışçıdır ama müslüman bir ülkeye tecavüzde bulunmuştur. Bu soysuzun İslami bir ülkeye ne yaptığını görünüz.

Yalnız İran söz konusu değildir, bütün dünya söz konusudur. Söz konusu olan dünya müslümanlarıdır. Eğer hepimiz yokolsak bile islam kalmalıdır. Allah'ın peygamberleride canlarını islam için feda ettiler, İslam Peygamberide, İslam için herkesten daha fazla çaba harcadı ve acı çekti. Bzi ise yüce peygamberimizin acılarını hiçe sayıyoruz.

Muhtelif memleketlerden buraya gelen siz beylerin, bu halkın mazlum sesini her yere ulaştırmanızı bekliyorum. Sizler, dünya halklarına İran'ın Amerika ve siyonismin yaptığı propagandalarda gösterdikleri gibi korkunç bir ülke olmadığını anlatınız. Bu kısıtlı zamanda ve her taraftan çembere alındığımız bir halde, hükümetin bu mustazaf halka yaptığı hizmetler, Amerika'nın elli yıllık sultası altında yapılmamıştır. Bu halka sağlanan içme suyu, dağıtılan toprak, halkın yararı için çekilen boru hatları ve yapılan asfaltları onlar 50 yıl boyunca yapmamışlardır ve maalesef onlar hükümeti bir iş yapmamakla ve ülkeyi çökertmekle suçluyorlar.

İnşaallah, yurtlarınıza sağ salim döndüğünüz zaman İslamın meselelerini süper güçlerin engellemelerine rağmen diğerlerine anlatacağınızı ümit ediyorum. Onlara İran'ın barışsever olduğunu bildirin. İran yine de Saddam'ın toprakalrımızı terketmesi halinde uluslararası bir teşkilatın İran'a gelerek, yapılan cinayetlerin incelenmesini istediğini söylüyor. Irak Devleti bize saldırdı, fakat ona karşı koyuldu ve hamdolsun ki dünyada da yenik düştü. Irak devleti Ürdün, Fas ve Amerika'nın desteği ile uğradığı yenilgisini gideremez. Allahu Tebarek ve Tealadan bütün müslümanların, İslam'ın kudret ve saadetini ve siz dost ve aziz kardeşlerimin sağlığını ve insanı müteessir eden mazlum çocukların sağlığını ve mutluluğunu istiyorum. Yüce Allah'dan hepinizin verdiğiniz şehidlere rahmet etmesini ve onların asr-ı saadet şehidlerine kavuşmalarını niyaz ederim.

( İmam Humeyni'nin İslam İnkılabının 3 ncü yıldönümü münasebetiyle 11.02.1982 tarihinde İran'a davet edilen yabancı konuklara hitaben yaptığı konuşmanın


http://www.islamiyonelis.com/haber_detay.php?haber_id=29418

analitik