28 Ağustos 2007 Salı

Mehmet Akif Ersoy tevekkül

AZİMDEN SONRA TEVEKKÜL



"...Bir kerre de azmettin mi, artık Allah(c.c.)'a dayan..."

(Âl-i İmrân, 159)



"- Allah'a dayanmak mı? Asırlarca dayandık!

Düşdükse bu hüsrâna, onun nârına yandık!

Yetmez mi çocukluktaki efsâneye hürmet?

Dersen ki: Ufuklarda bir aydınlık uyansın;

Mâzîyi ateş vermeli, baştan başa yansın!

Şaşkınlık olur köhne telâkkîleri ihyâ;

Şeydâ-yı terakkî, koşuyor, baksana dünyâ.

Elverdi masal dinlediğim bunca zamandır;

Ben kanmıyorum, git de sen aptalları kandır!"





- Allah'a değil, taptığın evhâma dayandın;

Yandınsa eğer, hakk-ı sarîhindi ki yandın...

Meflûc ederek azmini bir felc-i irâdî,

Yattın, kötürümler gibi, yattın mütemâdî!

Mâdem ki didinmez, edemez, uğraşamazsın;

İksîr-i bekâ içsen, emîn ol, yaşamazsın.

Mevcûd ise bir hakk-ı hayat ortada, şâyed,

Mutlak değil elbette, vazîfeyle mukayyed.

Takyîd-i İlâhî ki: Bilâ-kayd ona münkâd,

Kalbinde cihanlar darabân eyliyen eb'âd.

Lâ-kayd olamazdın, biraz insâfın olaydı,

Duydukça bütün sîne-i hilkatten o kaydı.





"Allah'a dayandım!" diye sen çıkma yataktan...

Ma'nâ yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!

Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu;

Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?

Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şâhid:

Dinlenmedi birgün o büyük nesl-i mücâhid.

Âlemde "tevekkül" demek olsaydı "atâlet';

Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?

Çoktan kürenin meş'al-i tevhîdi sönerdi;

Kur'an duramaz, nezd-i İlâhîye dönerdi.





"Dünya koşuyor" söz mü? Berâber koşacaktın;

Heyhât, bütün azmi sen arkanda bıraktın!

Mâdem ki uyandın o medîd uykularından,

Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan.

Ensendekiler "leş" diye çiğner seni sonra;

Ba'sin de kalır ta gelecek nefha-i Sûr'a!

Çiğner ya, tabî'î, ne düşünsün de bıraksın?

Bir parça kımıldan, diyorum, mahvolacaksın!

Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;

Davranmıyacak kimse bu meydana atılmaz.

Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da.

Maziyi, fakat yıkmaya kalkma bu yolda.

Ahlâfa döner; korkarım, eslâfa hücumu:

Mâzîsi yıkık milletin âtîsi olur mu?





Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabâha:

Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vâha!

İstanbul, 13 Teşrinisina 1335 (1919

Mustafa İslamoğlu

Yazar : Mustafa İslamoğlu
Kitap Adı : Ne Yapmalı , Nasıl Yapmalı , Kiminle Yapmalı
Alıntılanan Sayfa:19
Kitap hakkında sorularınızı bekleriz.
Kitap Denge yayınlarından çıkıyor.
192 sayfa.Düz cümleler kafa karıştırmıyor.Okunuşu kolay.Genel itibariyle yol göstermeye yönelik.
ALINTI:
İnsan yatmak için değil yapmak için var edildi.
Yani yer yüzünde yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa için yaratıldı.
Yaratılan her insana bir yer tayin edildi.
Bu yüzdendir ki yersiz insan yoktur.
Ancak yerini bilmeyen, yerini terk etmiş, firari insan vardır.
Çükü hiçbir insan “atık” olarak yaratılmamıştır.
Atık endüstriyel mamüllerde olur,fakat insanlık aleminde olmaz.

Alıntı bu kadar.
Bu satırlar dikkatimi çekti ve paylaşmak istedim. Hiçbir şeyin amaçsız yaratılmadığı gerçeğinin en uygun ispatlayıcısı olan insana uyarlanmış düşünce.Hiçbir insan boş yere hatta yersiz olarak yaratılmadı. Her insanın bir görevi var.Aslında insanın görevi hep aynı.Ancak O’na kulluk…

Ahmet Emin Temiz

Yazar:Ahmet Emin Temiz

Yayın evi:Sevgi Yayınları

Sayfa:200

Boyut:13,5*21 cm

ISBN:9756541075

Yayın yılı:2003, İstanbul

Kitap,Hz Ebubekir’in hayatı, islami yaşantısı ve islama yaptığı hizmetleri anlatıyor.Okurken düşünecek kendinizi gözden geçirecek, nefis muhakemesi yapacak; kendinizi ve dünyaya geliş gayenizi düşünecek; nereden geldim, nereye gidiyorum diyecek…. ve Onların neden SAHABE olduklarını daha iyi anlayacağız…

Sahabe ikliminde maneviyatımızı temizlemek için kitaplar yetmez lakin okuyunca insanın “bam teline” dokunan gözünden yaşlar düşüren ve “Rabbim günahlarımızı affet, Onların şefaatinden bizleri ayırma” dedirten satırlar vardır…

Sayfa:27;

Şirk bıçağının paslı ucu, Hz. Ebubekir gibi başka ileri gelenleri de acıtmaya başlamıştı. Affan oğlu Osman, Ebu Talip oğlu Cafer ve daha niceleri artık sıkıntılara dayanamaz hale gelmişlerdi.



Hz. Peygamber bu zaatlara Habeşistan’a gitmelerini salık vermiş ve Habeş kralının çok iyi biri olduğunu, Hristiyan olmasına rağmen, adil ve insancıl olduğunu söylemişti.



Onların gittiğini fark eden müşrikler geride kalanları yıldırmak ve göçe zorlamak için baskılarını büsbütün şiddetlendirdiler. Bu baskıya maruz kalanlardan biri ve belkide en başında geleni Hz Ebubekir idi. Bunun sebeplerinden biri, O’nun yüksek sesle Kuran okumasıydı.O, okadar güzel ve etkili Kur’an okurdu ki, müşriklerin kadınları ve çocukları, sırf onun okuduğu Kur’an ayetlerini dinlemek amacıyla evinin etrafına gelirlerdi veya nerede okuyorsa, oraya toplanırlardı.Hatta bu okuyuştan etkilenerek mü’minleşenler bile görülmekteydi…

Ahmet Emin Temiz

Hz. Ebubekir:



Değişmeyen İdeoloji;

Sayfa:30;

İbnü’l Dügunne, bütün kabile reislerini dolaşarak, Hz Ebukiri himayesine aldığını söyledi.Buna itiraz eden olmadı. Yalnız bir takım şartları vardı ki, tamamen, insan haklarına ve kişisel özgürlüğe engel olucu özellikteydi.

Bunların iki tanesi gerçekten ibret verici içerik taşımaktaydı:

ilki; ibadetini sadece evinde yapacaktı.

ikincisi; yüksek sesle Kur’an okumayacaktı…

Maddelere bakılınca bugünkü şer odaklarının amaçlarıyla, o günkülerin amaçları arasında fark olmadığı görülüyor. Bugün de egemen olan ideolojinin dayattığı gibi… İnsanlar ibadetlerini evlerinde yapsınlar!!! Sadece ibadetlerini değil inançlarını, düşüncelerini de evlerine, zihinlerine ahpsetsinler… Hatta Kendilerinden bile saklasınlar, zihinlerinden bile atsınlar…. Yazık!!!

Necip Fazıl Kısakürek

İstanbul, 2006, 24. baskı, 13.5 x 19.5 cm., 264 sayfa, Türkçe, Karton kapak.
ISBN No: 975818024X

Kitap Necip Fazıl’ı anlatıyor, hemde kendi ağzından… Öncelikle belirtmeliyim ki Necip Fazıl çok zengin bir ailenin çocuğu imiş, önce Fransız sonra Amerikan mektebine kaydedilmiş.26 Mayıs 1904 doğumlu, 25 mayıs 1983′te de tahta atına biniyor Üstad…

ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var

oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!

SAYFA: 29 ;

Dikkatimi çekti, yıl 1912 ve körpecik bir çocuk Fransız veya Amerikan mektebine veriliyor. Demek ki o zamanlarda da bu okullar ayrıcalıklı imiş. Ve muhtemelen zengin kesimin tercih ettiği mektepler… Yalnız bu sayfada dikkatimi çeken asıl olay; Amerikan mektenine kaydolan Necip Fazıl kendi ağzından anlatıyor:

Tam ana sınıfı yaşındayım…

Hala hatırımda; Mis Mardin isimli ak saçlı bir amerikan kadını, bana ismimi cismimi sordu. Cevap verdim. Bir kağıt uzattı ve:

- Şuraya tarih yaz, dedi; hangi tarihteysek yaz!

Ve benim “1328″ yadığımı görünce, kendisi, bir kağıt üzerine büyük yazılarla “1912″ diye yazdı.

Bunca yıl önce geçen o hadiseyi, o kağıdı elimle tutacak kadar kendime yakın görüyorum…

Evet ihtimalki öğretmen Necip Fazıl’ın hicri takvim kullanmasına kızmıştı. Çünkü hicri takvim müslümanlara özgü idi. Oysa onlar başka idi!!! demekki halkın tabi olduğu asimilasyon yıllar öncesinden ve gerçekten özümsetilerek yapılmış, yazık!

O ve ben

Necip Fazıl

ARAYIŞ VE ÇİLE’Sİ…

Necip Fazıl’ın zihnindeki karmaşayı, beyninde kopan fırtınaları ve arayışını ne anlamaya ne de anlatmaya bizim takatimiz yetmez; lakin, kendi kaleminden birkaç cümle ile O’nu arayışındaki çilesini arz edelim…

Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş

Mevsimden mevsime girdim böylece

Gördümki ateşte cımbızda yokmuş

Fikir çilesinden büyük işkence… (N.F.K / Çile)

Sayfa:45 ;

Teki, tek olanı, mutlakı, mutlak olanıarayan ruhum, aradığının değil, kendi varlığının sıkıntısı içinde bunalıyor; ve dediğimiz seziş zevkini kaybettikçe anlamayı da kaybettiği hissini veren cehennemden beter bir azaba düşüyordu.

Sayfa:64 ;

Ve ıstırap, ıstırap, ıstırap… Kendi kendine gelmediği zaman zorla arayıp da bulduğum, bulmak için her şeyi yaptığım, her vesileyle tökezleyip dümdüz yürümeye razı olmadığım ve daima inhisarına istekli çıktığım ıstırap…

Sayfa:98;

İmam Gazalinin bile midesine aylarca tek damla suyu bile kabul ettirmeyen ve (Paskal)ın beyninde urların en müthişini kabartan kanlı fikir çilesinden payıma düşenleri anlatmaya kalkmayaca

O ve Ben

Necip Fazıl

Sayfa:67-68 ;
Sene 1928… Benim şiir diyapazonumunherkesçe beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak… Bütün eser mevcudum o zaman 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkımda yazılıp çizilenler bunun on mislini aşmakta… Yakup Kadri, Alp Dağlarından gönderdiği makalelerde beni ilk defa tarafından keşfedilmiş bir deha diye belirtir. Nurullah Ata (Ataç) benim gedikli meddahım geçinir; İsmail Habib de, bendeki his ve hayal yüksekliğine hiçbir şairin çıkmamış olduğunu kaydeder, Peyami Safa ile Mustafa Şekip de işi, dürüst fikir planında incelemeye çalışır; ve daha ileride de Yaşar Nabi, ismimi diye anarken…
Bunları niçin ortaya döküyroum, biliyor musunuz; bunları, bu teneke madalyaları?.. Ben , O Tepenin rüzgarını aldıktan ve müslümanlığımı bayraklaştırdıktan sonra, bu insanlardan bir ikisi müstesna, hemen hepsi ve daha niceleri benden yüz çevirdi ve beni, diye yaftaladı da ondan.
Görüldüğü gibi Necip Fazıl devrin önde gelen edebiyatçıları ve daha nice aydın(!) tarafından övülüyor .Öyle ki Yakup Kadri bile Necip Fazıl’ın gölgesine sığınıp onu kendisinin keşfettiğini söyleyerek Necip Fazıl’ın gücünden pay almak istiyor. sanatı ittifakla övülen bu kişi hayat görüşünü değiştirdikten sonra neden dışlanıyor??? Sanatından bir şey kaybettiği için mi? Aksine asıl Sanatkarı bulup sanatına paha biçilmez bir değer kattığı için mi?!
(Yakup Kadri, Necip Fazıl’ı ilk keşfeden değil, şiirlerini ilk yayınlayandır

o ve ben

Necip Fazıl Kısakürek

Sayfa:163;
İslamiyette felsefe diye bir şey yoktur.Hikmet vardır, fikir vardır, tefekkür vardır; felsefe yoktur… Vakıa, felsefe demek ama, onunki bağımsız bir arayıcılık, İslamınki de tam bağımlı tefekkür olduğu için, felsefeyle hiç bir alaka kabul edemez. Onun içindir ki denemez. denir. İslam felsefesi değil, İslam hikmetleri…
Felsefe, hakikati başı boş bir merkezden yola çıkarak, sayılar boyunca da aramanın; din ise, onu, tam bağlı olarak i de bulduktan sonra da tefekkür etmenin müessesesi… Bu bakımdan, din ve felsefe, biri şimale ve öbürü cenuba doğru iki zıt hareket… Ve elbette ki, İslamiyetçe kıymet hükmü, bu… Felsefe, hakikati bulmanın değil, ancak birbirinin yanlışını bulup çıkarmanın ve ebediyyen hakikatten mahrum kalmanın aleti…
!!!

-->



O ve Ben

Necip Fazıl Kısakürek

Efendi Hazretleri, her haliyle etekleri altında bütün bir cihanı gizleyen ve küfrün en kuduz devrinde gelmiş olmak bakımından derecesi en ileri olmak icap eden o büyük kutuptu ki, hikmeti doğrudan doğruya peygamberlik sırrından devşirici irşad makamının, Abdulhalik Gucdevani, Şah-ı Nakşibend, Ubeydullah Ahrar, İmam-ı Rabbani, Mevlana Halid ve daha niceleri gibi üstün temsilcileri arasında mevki sahibi bulunuyor; en büyük hususiyeti de en azgın küfür mevsiminde her kemalin kefaletini şeriatta göstermek memnuniyetinde toplanıyordu.
Uydurma Menemen hadisesi münasebetiyle şeyh ve şeyh bozuntusu kim varsa toplayır Menemen’e gönderildikleri zaman, Efendi Hazretlerini de, ne tarikat, ne siyaset, dış dünyaya sızan hiç bir faliyetleri olmadığı halde yakaladılar ve oralara sürdüler. Binbir çile içinde dimdik, tevekkülle ilahi iradeyi bekledi ve huzurunda olanca müdafaasını, şu kitabındaki harikulade cümleye sığdırdı:
“- Ben şeyh değilim ve o yüce mertebeye layık olmaktan uzağım; yok, eğer şeyhlik, devrimizde gördüklerimin hali demekse ona da tenezzül etmekten münezzehim!”

-->


O ve Ben kitabından

Necip Fazıl Kısakürek

Sayfa:223;
1944 İlkbaharında (Büyük Doğuı)yu, ilk defa olarak Vekiller Heyeti karariyle kapadılar. Biraz evvel de, Güzel San’atlar Akademisi yüksek mimarlık şubesindeki hocalığımdan, Hasan Ali Yücel’in emri ile atılmıştım.
Sebep, henüz rengini tam belli etme imkanını bile bulamayan (BüyükDoğu)nun , bir iki hadis meali neşretmiş olması… Şöyle, en pest perdeden de, birazcık; birazcık Allah ve ahlaktan bahsetmiş olmak…
Kısa bir müddet evvel de, zamanın Başvekili (Saraçoğlu Şükrü) tarafından, tamim olarak, hergün bir fıkra yazdığım gazeteye çifte aylı bir emir gelmişti:
“-Allah ve ahlaktan behsetmek yasaktır!”
(Büyük Doğu)da çıkan hadis meali şöyleydi:
“-Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez.”
O zaman Ankara’da gördüğüm Hasan Ali, bana ne demiş olsa beğenirsiniz:
“-Bu hadisi neşretmek, bize itaat edilmez demektir.” !!!
Bir Hadis meali yayınladı diye dergi kapatılıyor. işi görevinden alınıyor. Lisede namaz kılan öğrenciler linç edilircesine gazete manşetlerine atılıyor, haklarında soruşturma başlatılıyor. Sokakta başörtülü gezen öğretmen, öğrencilere kötü örnek olduğu gerekçesiyle müdirelik görevinden alınıyor ve sürülüyor (Böylelikle Allah’ın emri olan örtünme artık “kötü örnek” oluyor…) , eşi örtülü olan askerler görevden alınıyor. Hiçbir rütbelinin eşi örtülü olamıyor. Eşi başörtülü biri Cumhurbaşkanı olmasın diye yer yerinden oynuyor. İmam-Hatip liseli öğrencilerin öğrenci seçne sınavından aldıkları puanda yaklaşık 50 puan düşürülyor ve böylece üniversitelere girişi engelleniyor. Bunlar gibi birçok örnek…. Hepsi “Allah ve ahlak göstergesi” olduğu için aynı zihniyetin ürünü… Allah ıslah eylesin…

-->



O Ve Ben kitabından....

Hüseyin Üzmez

Kitap adı: Çilenin BöylesiKitaptan bir alıntı aktaracağız. Kitap Hüseyin İzmez’in ağzından Hüseyin Üzmezi anlatıyor.Bazen hüzünleneceksiniz. Gerçekten zor bir hayat okuyacaksınız. Hüseyin Üzmez’in yaptığı suikast ve hapis hayatı üzerinde yoğunlaşan bir anlatı…
(Hüseyin Üzmez’in hayatını anlattığı Çilenin böylesi kitabının 114. sayfasından)-Yatırın dinini s….. pez…ni…
Biz inançlarımız için ölmü göze almıştık, o bizim inançlarımıza sövüyordu.İnsan üstü bir kuvvet beni yerimden fırlattı.
_sövme!… Diye bağırdım.
-Alın bu ağzına s…mın keratasını…
Beni öbür tarafa aldılar.İhtiyar bir bekçi bana nasihat ediyordu:
-Aklını mı kaçırdın oğlum?…Çeker öldürür seni kim vurduya gidersin…
Cevabım kısa olmuştu:
-Keşki öldürseler…
İçerde herifin sesi ortalığı zıngırdatıyordu:
-50 sopa daha atın puşta…
Arkasaından copların biri kalkıp biri iniyor,dövülen arkadaşın iniltilerini Allah’tan başka kimse duymuyordu.Arkadaşlar tekrar tekrar sıra dayanağına çekildiler.
Herif bununlada kalmamıştı.İçimizden birinin dünyada eşine ender raslanan iffetli karısına SIRF ÇARŞAF GİYDİĞİ İÇİN hakaret etmiş,polislere “Yırtın şu oros….çarşafını (bilmem neresini) göreceğim” diye bağırmıştı.Bu da yetmemişti.Bir arkadaşımızın 90 yaşında ki babasını getirdiler.Sakalından tutup kafasını karakolun taş duvarlarına vurdular.Bir anda ak sakalı al kanlara boyanmıştı.Dua okuyor sabrediyordu.Daha doymamışlardı.Parmaklarının arasına mermi koydular ve kemik çatırtılarını duyuncaya kadar sıktılar.
(Çilenin böylesi-Hüseyin Üzmez,sayfa 114)
Hüseyin üzmezin 18 yaşında girdiği-28 yaşında çıktığı- hapisteki ilk gecesindendi.

-->

Münib Engin Noyan

Münib Engin Noyan2ın sohbet usulüyle yazdığı bir kitap.Kitap standart diyebileceğimiz bir Mslümanla konuşmalardan oluşuyor.Müslüman kardeşlerimizin dünya tasavvurlarıyla alakalı yanlışları gözler önüne seriyor.Küçük bir kitap.Okunması kesinlikle tavsiye edilir.Kitap hakkında sorularınızı cevaplamaya çalışacağız.
(Elbise Kültürü,Giyim kuşam ve çok dikkat çekici tespitler )
İki gündür Münib ENgin Noyan’ın “Müslüman Kardeşimle Sohbetler” adlı kitabını okuyorum.Engin Noyanla Türkiye standartlarında bir müslüman vatandaşın konuşması bu kitabı meydana getiriyor.Kitaptan alıntılar yapıyorum.Bence çok ilgi çekici:Not:m.e.n=Engin Noyan
t.s.m.k=Türkiye standartlarında ki müslüman kardeşimiz.(Standart müslüman)
“Onları müslüman erkeklerden farklı şeyler bağlıyor.En azından örtünmek zorundalar.Yani sokağa çıkar çıkmaz daha ilk bakışta Müslüman kadınlar olarak deşifre oluyorlar…….
“Peki sorarım sana, müslüman olarak aşikar olmak müslüman kadın için geçerli,hatta zorunlu da müslüman erkek için değil mi?….
(sayfa 36)
“Bak ne diyor pirim-üstadım Muhammed Esed bu konuda:(Toplumsal hayatta) giyim tarzını insanın yanlız dış görünüşüyle ilgili bir konu olrak değerlendirip,bunun, yani giyim tarzının kişinin fikri ve manevi hayatını hiçbir şekilde etkilemeyeceğini söylemek çok büyük yanılgıdır!Çünkü bir milletin giyim tarzı,belli bir kültürü,bir dünya görüşünü yansıtan ve uzun bir süreç içinde gelişen zevkin yansıması olarak ortaya çıkar.Zaman içinde de o milletin eğilim ve özelliklerinde meydana gelen değişmelere uygun olarak,onların paralelinde değişir”
(sayfa 37)
“Ülkemizin yetiştridiği en değerli genç müslüman düşünürlerden olan Fatma Karabıyık Barbarosoğlu hemşirem de “Modernleşme sürecinde moda ve zihniyet” adlı kitabında bu konuda çok önemli şeyler söylüyor:
Kıyafet sahip olunan dünya görüşünün aynasıdır.Modacılar bir kıyafet oluşturuken kıyafetin sunduğu imajın mevcut dünya görüşüne denk düşmesine dikkat ettikleri gibi;oluşturdukları moda ile de yeni dünya görüşlerinin olmasını sağlamaktadır.Modanın bütün insanları aynı tarz ve biçim içinde etkisi altına almadığı dönemlerde her cemiyerin kıyaffetten beklediği farklı idi.Bu farkı elbise kelimesinin çeşitli dillerdeki karşılığında bulmak mümkündür.Arapça libas (sayfa 39) elbise demektir. Kelimenin kökeni asıl bedenin şeklini bakışlardan uzak tutmak,saklamak manasına gelmektedir.Arapların gözünde elbise korunaktır.Bununla bağlantılı olarak İslam ahlakında libasın takva olduğu vurgulanmıştır….
Costume kelimesi italyancadır.alışkanlık,görenek,töre,davranış,tutum,biçim,giysi manalarına gelmektedir.Farsça da ki giysi manasınakullanılan puşeş kelimesi gizlemek,bakışlardan uzaklaştırmak manalarına kullanılmaktadır.İngilizce de kullanılan dress kelimesi düzeltmek,süslemek,süs yapmak anlamlarına gelmekte;Fransızca karşılığı olan habit ise yer tutmak,yer yapmak manalarına gelir.İngiliz elbisesiyle kendini düzeltip süslerken,Fransız kıyafetine gösterdiği itina ile karşısındakinin gözünde kendine bir yer edinmektedir.Müslüman doğu dünyası kıyafetiyle göze çarpmayı,mevcut güzelliğini yabancı bakışlardan gizlemeyi gaye edinirken;Batı dünyası için giyinmek güzelliğin daha belirgin bir hale getirilerek ortaya konması manasını taşımaktadır.”
(syf 40)
…Kıravat denilen o gülünç ve abes giysi parçasının atasının ortaçağ Hırvat süvarilerinin pelerinlerinin sırtlarından uçup gitmesini önlemek için bağladıkları bir tür kurdela olduğunu biliyor muydun?
–Yok canım’
“Adıda oradan geliyor zaten.Hırvat…kravat.
(syf 41)
“Öyle deme hocam dil devrimini o kravatlılar başlattı.”
édoğru ama kıyafet dahil her şeyi bir başka kültürü taklit etmek üzerine kurulu ,deyim yerindeyse zorla,sun’i yollarla ‘yeni ve çağdaş bir medeniyet’ oluşturma projesi sonuçyta işte böyle açmazlara düşer:amaç milli bir lisan ya da onların deyişiyle ulusal bir dil oluşturmak ama onu oluşturacak kafalar ecnebi!En azından ecnebi hayranı.
(Syfa 42)
Çok daha etkileyici bölümleri var ama hem vaktim olmadığından hem de elle kitaptan geçirmek zor olduğundan sonraya erteliyorum.
Zaman zaman kitaplardan alıntılarımız da devam edecek inşallah.
Bu arada bu kitaptan öğrendiğim şeylerden biri de İsrail meclisinde kılık kıyafet zorunluluğu olmadığı oldu.
İsrailde free takılıyorlarmış yani.
Hem de kravatsız halde de ciddi olabiliyorlarmış.
Ben çok şaşırdım.Bir insan hem kravatsız olacak hem ciddi!
İnanılır gibi değil.Medeniyet yuları bu tür yerler içindir oysa.
Ciddiliğin ve medeniyetin simgesidir takım elbise+kravat.
Bir de yabancı marka olursa bunlar tadın yenmez.
Yazıda da gördüğünüz üzere AB ye falan girmeye gerek yok.Zaten kültürümüz onlar gibi.
Bakın sana giyim dahil buna.

-->

Münib Engin Noyan



Yazar :Münip Engin Noyan Kitap Müslüman Kardeşimle SohbetlerKitabı tavsiye ediyoruz.Güzel bir kitap.İki kişi arasında geçen bir diyalog. Konular çeşitli ve bizce önemli.İşte bir bölüm…Kur’an’ı anlamadan okumak üzerine çarpıcı tespit
.Mubarek Kur’an’ı yüzünden okuya okuya tam beş defa hatmettiğini söyleyen gencecik bir kızımızdan bana mubarek Sad suresini mealen özetlemesi rica ettiğimde çaresizlik ve mahcubiyet içinde nasıl başını önüne eğdiği hiç gözümün önünden gitmiyor! İnan o kızımın o an çektiği sıkıntıyı misliyle yaşadım yüreğimin ta derininde! Ama yine de yılmadım ve sormaya devam ettim kızıma,ülkemdeki Kur’an öğretiminin tıkanmışlığı konusunda yanılmış olduğumun kanıtını bulabilmek gayretiyle: “Ya mubarek Nisa suresi,kızım,onun kaçta kaçı hanımların haklarıyla ilgilidir ve bu hakların belli başlıları nelerdir?Müslüman bir genç hanımın mutlaka en iyi, en ayrıntılı şekilde bildiğine inandığım bu sualin de cevabı derin ve mahcub bir sessizlik oldu! Ört ki ölem diye geçirdim içimden ört ki ölem! Ve sustum. Mubarek Kur’an’ı defalarca okumuş olma eğer her okuyuştan sonra hayatı daha doğru yaşama, hayatı daha anlamlı kılma yolunda yeni aşamalara taşımıyorsa bizi , ne fayda? Sence bu hazin hatta vahim durmu değiştirmenin zamanı gelmedi mi-”Bu açıdan bakınca haklısın, hem de çok haklısın hocam ama”Dur! Müsade edersen ben getireyim sözünün devamını,bakalım iyice öğrenmiş miyim müslümanın üzerinde hiç düşünmeden hemen ortaya sürdüğü kaygılı ve sitemkar itirazını.Yani çocuklarımıza Kur’an alfabesini öğretmeyelim mi? (sayfa 52 ) Mushafı ellerine aldıklarında şaşkın sepelek baka mı kalsınlar bu ülkenin sözümona batılı ve batıcı entellektüelleri gibi?Öyle mi-”Aynen öyle! Hatta eksiği yok, fazlası var”Bir müslüman olarak benim böyle bir önerim sence olabilir mi?”-”Olamaz, olmamalı da “Ala! O halde gel biraz da birbirimizi doğru anlama yolunda çaba sarfedelim: Elbette ki en efdal,mantıken en doğru olan mubarek Kur’an’ı kendi orjinal lisanında okuyup anlayabilmektir! Hatta yanlızca mubarek Kur’an’ı değil Muazzez peygamberimiz-s.a.v- inhadislerinide onun dilinden döküldükleri gibi anlamak ,anlamaya,öğrenmeye çalışmak gerekir bence.Ama bunun için Arap alfabesini değil,Arapçayı,Arap lisanını öğrenmek gerekir-hem de adam gibi! Zor iş.Neden Alemlerin rabbi Yüce Allah’ın bize Muazzez Peygamberimiz –s.a.v- inv asıtasıyla bildirdiği gibi son ve kemale ermiş mesajını en doğru, en kapsamlı şekilde öğrenmekiçin en zorlu, en üstün çabayı göstermeye değmez mi?Bu da bir cihad değil mi?Öyle olmasına öyle tabi de…” Üstelik Arapça öyle zannedildiği,daha doğrusu bizim ülkemizde İslam düşmanı belli çevrelerce anti-propagandası yapılarak zihinlerimizin şartlandırıldığı kadar zor değil! Bir kere dünyanın hiç kuşku yok ki en mantıklı ,en sistematik lisanlarından biri. Söz gelimi ingilizceden bu anlamda çok kolay. İngilizce, istisnası kuralarından çok olmakla meşhur olan bir lisandır. Yani ingilizce bilmek için sadece lisanın kurallarını öğrenmek yetmez- her an,hiçbir mantıki açıklaması olmayan bir istisnanın kurduğu pusuya-tuzağa düşüp rezil rüsvay olmaya hazırlıklı olmak gerekir! Bu konuda sana seni bıktırıp pes ettirecek kadar çok örnek verebilirim. Kaldı ki ingilizcenin içinden önce Farsça, sonra Arapça ve Latince kökenli kelimeleri çıkartıp almaya kalksan (sayfa 53 )tıpkı bir zamanlar mahzun ve mazlum ülkemde bazı aklı evvellerin dünyalar güzeli Türkçeme yapmaya kalkıştıkları gibi,geriye pek fazla bir şey kalmaz, Kitap Engin Noyan’la Müslüman kardeşi arasında ki sohbetleri konu alıyor.Gerçi bu isminden de anlaşılan bir şeyKitapta çarpıcı konular var.Kadınlar okumalı mı okumamalı mı, mesela.Ya da anlamadan okuduğumuz Kur’an ne işimize yarayacak gibi sorular.Kitabı okursanız eğer güzel benzetmeler,çarpıcı örnekler dikkatinizi çekecektir.Kitapta dil konusunu da değinilmiş.Müslümanların amruz bırakıldığı kültür dejenerasyonu ve yine Müslümanların gönüllü dejenere olma isteğide kitapta değinilen konular arasındaKitap 80 sayfa ve birun yayınlarından

-->

Münib Engin Noyan

(Dil mevzuu,Arapça’ya saldıranların amacı ne?)>Arapça bizim için tartışmalı bir dil. Bir dil neden tartışılır?O dille ne sorunumuz olabilir.Buyurun…
Üstelik Arapça öyle zannedildiği,daha doğrusu bizim ülkemizde İslam düşmanı belli çevrelerce anti-propagandası yapılarak zihinlerimizin şartlandırıldığı kadar zor değil! Bir kere dünyanın hiç kuşku yok ki en mantıklı ,en sistematik lisanlarından biri. Söz gelimi ingilizceden bu anlamda çok kolay. İngilizce, istisnası kuralarından çok olmakla meşhur olan bir lisandır. Yani ingilizce bilmek için sadece lisanın kurallarını öğrenmek yetmez- her an,hiçbir mantıki açıklaması olmayan bir istisnanın kurduğu pusuya-tuzağa düşüp rezil rüsvay olmaya hazırlıklı olmak gerekir! Bu konuda sana seni bıktırıp pes ettirecek kadar çok örnek verebilirim. Kaldı ki ingilizcenin içinden önce Farsça, sonra Arapça ve Latince kökenli kelimeleri çıkartıp almaya kalksan tıpkı bir zamanlar mahzun ve mazlum ülkemde bazı aklı evvellerin dünyalar güzeli Türkçeme yapmaya kalkıştıkları gibi,geriye pek fazla bir şey kalmaz hatta ana dilleri ingilizce olanlar analarına ana ,babalarına baba diyecek kelime bile bulamazlar! Ne acı değil mi? Evet ,Arap dilbilgisini öğrenmek zordur ama yalnızca başlangıçta. Bir kere öğrendin mi Arapça’nın girift kurallarını, tamam. Hiç saşmadan,şaşırmadan rahatlıkla devam edersin yoluna, hem de kendini her adımda geliştire geliştire. Günümüzde Yahudi-Hristiyan kaynaklı/odaklı Batı Tipi Uygarlık modelini benimsemiş olan dünyanın ortak dili nasıl ki ingilizceyse,İslam Aleminin de ortak lisanı hiç kuşku yoktur ki Arapçadır (…) Alemlerin Rabbi Yüce Allah kemale erdirdiği ve bütün insansoyunu muhatap aldığı son mesajını Arap lisanında, Arap bir peygambere - s.a.v- vahyetmiştir. Bir Müslümanın Arapça öğrenmesi için bundan ala ve apaçık bir gerekçe olabilir mi? Her yakaladığımda hiç usanmadan soruyorum onlara: Ya mubarek Kur’an ingilizce nazil olsaydı,ya, o nededir bilinmez pek romantik bulduğunuz franszıca,ya da yine nedendir bilinmez pek sevimli-şıkırdak bulduğunuz italyanca ? O zamanda o lisanlara karşı bugün Arapçaya karşı takındığınız abes ve saldırgan tavrı takınacak mıyıdnızş.Eğer Alemlerin rabbi Yüce Allah son ve kemale erdirdiği mesajını mildai 7. yüzyılda değilde,mildai 1990′lı yılların başında,Hicaz çölünde değilde,Manhattan adasında, dolayısıyla da Arap değil, Amerikalı; ümmi değil, Harward mezunu bir peygambere ,Arapça değil de ingilizce vahyetmeyi murad etse,uygun görseydi, hepiniz bayıla bayıla Müslüman olurdunuz, öyle değil mi? Ve alemlerin Rabbi Yüce Allah’ın ölçü ve değerlerinde herhangi bir değişiklik olmayacağına göre, bugün karşı çıktığınız İslam’ın bütün temel ölçü ve değerlerini, yani adı üstünde Şeriati baş tacı eder, onun en ateşli ve yıulmaz-yıkılmaz savunucuları kesilirdiniz, hatta bugün bu değerleri savundukları için mürteci olarak damgalayıp eleştirdiğiniz nice Müslümanı,İslam’ın temel ölçü ve değerlerini korumakta yetersiz bulduğunuz için eleştirmeye başlardınız .Kitap Engin Noyan’la Müslüman kardeşi arasında ki sohbetleri konu alıyor.Gerçi bu isminden de anlaşılan bir şey.Kitapta çarpıcı konular var.Kadınlar okumalı mı okumamalı mı, meselaYa da anlamadan okudğumuz Kur’an ne işimize yarayacak gibi sorular.Kitabı okursanız eğer güzel benzetmeler,çarpıcı örnekler dikkatinizi çekecektir.Kitapta dil konusunu da değinilmiş.Müslümanların amruz bırakıldığı kültür dejenerasyonu ve yine Müslümanların gönüllü olarak dejenere olma isteğide kitapta değinilen konular arasındaKitap 80 sayfa ve birun yayınlarından

-->

Münib Engin Noyan

Münib Engin Noyan “Müslümanım Elhamdülillah” Akıl çelme yöntemleriyle alakalı bir yazıyı alıntılıyoruz.Bu kitap da tavsiyelerimiz arasında olup beğeniyle okuyacağınızı umduklarımızdandır.)
Fitne ehli hristiyan misyonerlerin size satmaya çalıştığı soru ve çağrışımların hemen hemen hepsi de sağlam bilgiye sahip Müslümanlar tarafından defalarca çürütülmüştür.
Kaldı ki eğer fitne ehli hristiyan misyonerlerin gerçek amaçları “inançlar arası bir diyalog” kurmak olsaydı,öncelikle dini bilgileri sağlam bir Müslümanla temas kurmaya çalışarak İslam hakkında doğru ve sağlıklı bir bilgilenme yoluna giderledi.
Fakat görünen odur ki fitne ehli hristiyan misyonerler hep aynı soruları yanlızca ve de özellikle kendileri hakkında şüpheye düşmeyecek kadar saf kurbanlar seçerek,defalarca sormaktadırlar.
Eğer şu ya da bu sebepten dolayı fitne ehli hristiyan misyonerlerin iyi niyetine inanmış ya da inandırılımışsanız,önce onların İslam konusunda bilgilenmek veya “inançlar arası bir diyalog” kurmak için neden böyle bir yöntemde ısrar ederek ne kazanmayı umduklarını sorun kendinize. 28. sayfadan alıntıladığım bölüm misyonerlerin yöntemlerinden birini konu alan yazının bir parçasıydı .
25. sayfadan başlayan “Kuşku Yaratmak” konusunun bir kısmıydı.Gerçekten bakıldığında günümüzde bu yöntem sıkça uygulanmatadır.
başarısız olduğunu söylemek ise bana göre imkansız.Bugün insanlar kendi dinleri hakkında kafası karışık durumda.Hele hele bir de batıl-ı özentisi ayyuka çıkmış medyanın yer verdiği ve din adamı diye lanse ettiği magazinci,popüler hocaların milyonlarca insan önünde tartışlıkları (hep kavga şeklinde konuşurlar bunlar) konular ise akıllara ziyan.
Tavuk kurban olur mu,oruç cinsel ilişkiyle açılır mı?Gibi kasıtlı ve poülist konular batıl-ı medyamız tarafından seçilmekte popüler imamlarımız tarafından gündeme oturtulmaktadır.
Hatta öyle ki gerçek alimlerimiz bile artık bu konulara müdahil olup kafa karışıklığını gidermeye çalışmaktadır.
Kitap 118 sayfadır ve birun yayınlarından çıkmıştır.Hz.İsa’nın doğumu,Allah katına yükselitilişi,mucizeleri… misyonerlerin yöntemleri….gibi konulara değinilmiştir.
Misyonerlerin yöntemleri arasında sayılan ve şöyle örnekleyebilceğimiz :”Benim çok dindar bir arkadaşım vardı,beş vakit namazındaydı ama sonra hristiyanlığı seçtigibi yaklaşımlar kesinlikle bir oyun olup ciddi mesajlar vermektedir.
Bu yaklaşımı getiren kişi kendi elini güçlendirmek istemektedir.İnanmayan Ahmed necdet sezer ve onun gibilerin başörtüye karşı çıkarken “bizimde annelerimiz örtülü ama…” gibi yaklaşımlarının atında ki hikmeti düşünsün. Bunlar sadece ve sadece piskolojik taktikdirler

-->

analitik