24 Şubat 2009 Salı

zaman gazetesinde saadet partisi reklamı

8 Şubat 2009 Pazar

“Araplar bizi arkadan vurdu” edebiyatı

Hakan Efendi, geçen yazında demişsin ki: “Emperyalistlerin 'böl, parçala, yönet' siyasetine hizmet eden 'Araplar Türkleri arkadan vurdu / Türkler Arapları sömürdü' fitnesinin miadı doldu” demişsin. Ne yani, hain Araplar bizi arkadan vurmadı mı?

- Tam olarak hangi Araplar? Tam olarak hangi bizi?

- Bildiğin Araplar işte. Biz dediğim de tabii ki Türkler, Osmanlılar.

- Osmanlı ordusunda Araplar yok muydu? Müslümanların müşterek ordusu değil miydi Osmanlı ordusu? Arap düşmanı Falih Rıfkı Atay bile -“Zeytin Dağı”nda- ordunun en önünde giden ve dolayısıyla düşman kurşununu ilk yiyen Arap kardeşlerimizin Kanal Seferi'ndeki fedakârlıklarını zikreder. Halbuki Kanal Seferi denince senin aklına sadece Şerif Hüseyin'in adamlarının sabotajları gelir, değil mi? Belki de bilgi birikimini abartıyorum. Belki de “Arapların bizi arkadan vurması” dediğin şey hakkında biraz detay istesem kem küm edeceksin. Sahi: İsyancı Araplar çoğunlukta mıydı azınlıkta mı?

- Kem küm…

- Şam'da ayaklanma çıktı mı çıkmadı mı?

- Kem küm…

- Şerif Hüseyin'e bağlı birliklerin ve Yemen'deki eşkıyanın sabotajları savaşın seyri ve neticesi üzerinde tayin edici bir rol oynadı mı? “Bunlar olmasaydı Yemen'i kaybetmezdik, Kanal Seferi zaferle sonuçlanırdı” diyor musun?

- Diyelim ki diyorum!

- Bu da bir nevi kem küm oldu şimdi… Neyse… Söyle bakim, Kanal Seferi'nden murat edilen şey neydi? Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın orada bir “zafer” beklentisi var mıydı gerçekten? Nasıl bir “zafer”? Yoksa bir oyalama taktiği mi söz konusuydu? Ne için?

- Kem küm.

- Şu “biz” meselesine dönecek olursak… Geçenlerde Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa'nın Birinci Cihan Harbi'ndeki yoldaşlarından Şeyh Tunusi'nin torunuyla beraberdim. Osmanlı ordusundan “İslam ordusu” diye söz etti. “Türklerin ve Arapların ordusu” ifadesini de kullandı. Böyle bir orduyu arkadan vuranlar sadece Türk'ü değil Arap'ı (ve elbette Kürt'ü, Çerkez'i, Laz'ı…) da arkadan vurmuş olmadılar mı? Öyleyse “biz”i arkadan vuran İngiliz işbirlikçilerini eleştirirken niye Araplara sövüyorsun? Niye “Araplar” diye genelleme yapıyorsun? “Biz”in içinde Araplar yok muydu? “Yoktu” dediğin takdirde Osmanlı'nın sadece Türklere ait bir devlet olduğunu ve dolayısıyla Arap topraklarında işgalci olarak bulunduğunu ileri sürmüş olmaz mısın? Sen Cemal Abdunnasır'cı mısın kardeşim? Mişel Eflak'çı mısın? Baasçı falan mısın? Ha, unutmadan: Türkiye'de bir sürü Amerika ve İsrail uşağı var. Şerif Hüseyin'in askerlerinden çok daha fazla. Biri çıkıp “Türklerin hepsi Amerikan-İsrail uşağıdır” dese bozulmaz mısın?

- Kem küm…

- Kem küm, kem küm… Ama ne zaman Araplarla yakınlaşma gündeme gelse sağda solda bıdıbıdı vıdıvıdı konuşuyorsun. İnanılmaz derecede ahlaksız ve mantıksız bir tavır olan Arap düşmanlığını 'payidar kılmak' için bütün cehaletini seferber ederek canla başla çalışıyorsun. Niye böyle yapıyorsun? Derdin, muradın ne? Hasta mısın? Din kardeşliğimizin ihyası için doğan fırsatlara dikkat çektiğimde niye hop oturup hop kalkıyorsun? Birinci Cihan Harbi'nde bütün Arapların İngilizlerle iş tuttuğuna bile inansan –ve din kardeşliği gibi bir hassasiyet bile taşımasan- sırf Türkiye'nin menfaatleri için Araplarla yeniden yakınlaşmayı savunmalı değil misin? Bu yöndeki gelişmeleri memnuniyetle karşılamalı değil misin?

- VAllahi bravo! Zeytin yağı gibi üste çıktın! O çok sevdiğin din kardeşlerimiz dini-diyaneti bir kalemde silip halifeye karşı İngilizlerle saf tuttular, ama sen hâlâ Araplarla yol yürüyebileceğimize inanıyorsun.

- 1000 yıllık bir beraberliği iki yıllık bir fitneye –üstelik de Araplar içinde azınlık olan bir grubun kapıldığı fitneye- kurban etmek insafsızlıktır. Araplarla geçmişte olduğu gibi gelecekte de yol yürüyebileceğimize elbette inanıyorum. Erol Güngör ve Cihan Harbi kahramanlarından Teşkilat-ı Mahsusa şefi Kuşçubaşı Eşref'ten birer alıntıyla bitirelim:

Erol Güngör: “…müslümanların Osmanlı ordularına karşı İngilizler safında çarpıştıkları veya onlar hesabına Türklere ihânet ettikleri söylenir. Meseleyi biraz derinliğine araştıranlar göreceklerdir ki bu iddiâlar bâzı gerçeklerin yanlış yorumuna dayanmaktadır… İngiliz propagandasının Cihâd Fetvâsı'ndan daha tesirli olduğu ve bu propaganda sâyesinde fetvânın tam tersine bir maksat için kullanıldığı anlaşılmaktadır… Nitekim Mekke Emîri Şerif Hüseyin de kendi isyân hareketinin 'Halife'nin değil, ancak bozkurda ibâdet edecek derecede Turancılıkla meşbû olan nâzırların aleyhine' olduğunu bildirmişti...”

Kuşçubaşı Eşref: “(Lavrens bazı Arapları ayartırken) biz de kendimize yardımcı, tertemiz, vefalı Araplar bulduk. Rahatça söyleyebilirim ki, halkın büyük kısmı, bizimle beraberdi. Karşımızda olanlar, daha çok politikacılar, siyasi kanallardan menfaatlerini temin etmek isteyenler, yabancı propagandalara âlet olanlardı. Bunlar, Arap halkının daha sonra da başına belâ oldular ve halka huzur yüzü göstermediler.”

1 Şubat 2009 Pazar

Ahlakçılık Necip Fazıl Kısakürek

AHLÂKÇILIK


· "Kimin malını aldımsa, işte malım, gelsin alsın; kimin sırtına vurdumsa, işte sırtım, gelsin vursun!" diyen Allah Sevgilisinin ahlâkı… Buna muhtacız.

· Çölde, devesine, kölesiyle nöbetleşe binen Reisler Reisinin ahlâkı… Buna muhtacız.

· Sokakta, zina halinde gördüğü bir çift insanın üstüne cübbesini yayıp "Yarabbi, ne yazık; gizlenecek yerleri de yok…" diye fısıldayan Mezhep Kurucusunun ahlâkı… Buna muhtacız.

· Söz verdiği yerde günlerce dostunu bekledikten sonra, ona zımnen yalancılık isnat etmemek için günlerce yerinden kıpırdayamayan Velâyet Büyüğünün ahlâkı… Buna muhtacız.

· "Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz!" sözüne, "Horasan'ın köpekleri de böyle yapar; bulunca dağıt, bulamayınca şükret!" karşılığını veren Vecd Kahramanının ahlâkı… Buna muhtacız.

· Yıllardır, mustarip nefsinin biricik dileği bir içim soğuk suyla bir damla ekşi ayranı ona çok gören büyük Çilekeşin ahlâkı… Buna muhtacız.

· Şeyhinin ocağına, tam 40 yıl, cetvel tahtası gibi dümdüz odunlar taşıyarak tam 40 yıl sonra beliren "dağda hiç eğri odun yok mu?" dikkatine, "senin kapından eğrilik geçemez" cevabını bastıran ulvî dervişin ahlâkı… Buna muhtacız.

· Ayyaş padişahın gösterdiği camiye bakıp "güzel, güzel amma, yanında bir meyhane eksik!" cinasını yapıştıran muhteşem Hâkimin ahlâkı… Buna muhtacız.

· Atının ayağı çamura batınca, üstünü başını bulayan âlime dönerek "bu çamurlu elbiseleri öldüğümüz zaman sandukamıza örtsünler; ulema ayağından sıçrayan çamur şerefimizdir!" tavrını takınan örnek Sultanın âhlakı… Buna muhtacız.

· Ahdine hain düşman kralının kesik başını, mızrağının ucunda, "işte verdiği sözü tutmayan başın âkıbeti!" diye gezdiren fâtih Yeniçerinin âhlakı… Buna muhtacız.

· Yâni bizim ahlâkımız; kökümüzün, kaynağımızın,beşiğimizin, ocağımızın ahlâkı… Buna muhtacız.

· Millî ahlâk mefhumunu, başta din olmak üzere, o milletin bütün iman ve mukaddesat manzumesi içinden süzülüp gelen bir vâkıa telâkki etmenin ahlâkı… Buna muhtacız.

· Şu ânda dünya kıymetinin yangınını çerçeveleyen pencere karşısında, ahşap damlar gibi çöken milletlerin püskürttüğü kıvılcım yağmuru içinde, insanoğlunu, yeni bir ruh ve ahlâk inşa etmek cehdiyle şahlanmış görmenin ahlâkı… Buna muhtacız.

· Batı dünyasının, kendi içinde ve kendi kendisine karşı, kaybedilmiş bir ruhla bir ahlâkın gûya kurtuluş savaşını yaptığını bilmek; ve bu beşerî savaş dışında artık hiçbir hayata yer kalmadığını anlamak şuurunun ahlâkı… Buna muhtacız.

· Ve bu ana-baba gününde, en soylu ahlâkın kaynağından gelen Türk milletinin, hem kendisine, hem de dünyaya ait ruhî ve içtimaî kıymetler kadrosunun dışında kaldığını, cesaret ve samimiyetle tesbit etmenin ahlâkı… Buna muhtacız.

· İslâm ahlâkı…Buna muhtacız.

· Ahlâk ve ahlâkçılık budur.

Necip Fazıl Kısakürek

analitik